 |
1914-1950 |
Bekliyorum
öyle bir havada gel ki
vazgeçmek mümkün olmasın...
Türk edebiyatında erken ölümüne üzüldüğüm iki sanatçı vardır: 41 yaşında
Yıldız Dağları'nda öldürülen Sabahattin Ali ve 36 yaşında ölen şair
Orhan Veli.
Halbuki bir güzel nisan sabahı dünyaya gelmişti Orhan Veli. Ölümlerin çağı 20. yüzyılda ölümü hak eden o değildi. Hele ki belediyenin açtığı çukura düşerek ölmek. Hele ki sade ve sadece 36 yaşında.
Kurduğu akım gibi garip ve gariban geçti bu dünyadan; ancak kurduğu akım asırlara dayanan geleneği yıktı, paramparça etti, yepyeni bir çığır açtı.
Bu yıl yakın arkadaşı Oktay Rifat ile birlikte doğumlarının 100. yılı olması nedeniyle bir şeyler karalamayı düşünüyordum; ancak ölüm yıl dönümü de denk gelince içim bi "garip" oldu yazmak istedim.
1914'te İstanbul'da doğdu; ancak daha sonra babası Adnan Veli'nin işi sebebiyle Ankara'ya taşındılar. 7. sınıfta Oktay Rifat ile bundan birkaç yıl sonra da Melih Cevdet ile tanıştı. Lisedeki edebiyat öğretmenleri de Ahmet Hamdi Tanpınar olunca lise yıllarında "Sesimiz" dergisini çıkardı. Biyografik şiiri "Ben Orhan Veli" de şöyle anlatır kendisini:
Ben Orhan Veli
Ben Orhan Veli
1914'te doğdum.
1 yaşında kurbağadan korktum.
9 yaşında okumaya,
10 yaşında yazmaya merak sardım.
13'te oktay rıfat'ı,
16'da melih cevdet'i tanıdım.
17 yaşında bara gittim.
18'de rakıya başladım.
19'dan sonra avarelik devrim başlar.
20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim.
25'te başımdan bir otomobil kazası geçti.
çok aşık oldum.
hiç evlenmedim.
...
1932'de İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümüne kaydoldu; ancak okulu yarım bıraktı. Ankara'da PTT'de ve MEB'de tercüme bürosunda çalıştı. 1946'da istifa etti. 1949-50 yılları arasında maddi sıkıntılar içinde hatta paltosunu bile satarak "Yaprak" dergisini 28 sayı çıkarabildi.1950'de 12 Kasım'da Ankara'da belediyenin açtığı kuyuya düştü. Hafif yaralandı; beyin kanaması geçirdiği anlaşılamadı ve 14 Kasım akşamı girdiği komadan çıkamayarak hayata veda etti Orhan Veli.
Veli şiirde 1941 yılında yayımladığı Garip'in ön sözünde şiirin semboller ve simgeler sanatı yerine basit yalın anlaşılır ve halktan yana olmasını arzuluyordu. Hatta bu sebeble A. Haşim'in meşhur dizesi "Göllerde bir dem kamış olsam."a yazdığı "Rakı şişesinde balık olsam." dizesiyle geleneği yıkmak için sert adımlar atıyordu. Ancak daha büyük tartışmaların da odak noktasını oluşturmuştu.
Özellikle İslamiyet sonrasında divan şiirimizin neredeyse benzer konuların tekrarı ve yüce kişiler olan padişah ve sadrazamları övme geleneğine ise "Yazık oldu Süleyman Efendiye" mısrası ile isyan bayrağı açtı. Kimi gelenekçiler tarafından şiir bile sayılmayan bu dize kimileri içinse Türk şiirinin en güzel dizesi idi.Hatta Akbaba dergisinde Y. Ziya ORTAÇ bu dizenin bir rezillik olduğunu ve bunu yapanların suratına tükürülmesi gerektiğini yazmıştır.
Kişisel görüşüm Nazım Hikmet'in 1928'de "Resimli Ay" dergisiyle başlattığı "Putları Yıkıyoruz" ve 1941'de Orhan Veli ve arkadaşlarının yayımladığı "Garip" kitabı ve ön sözü, geleneğe karşı yapılmış en büyük baş kaldırıydı. (Ancak burada bir açıklama yapalım Garip akımı Nazım Hikmet'in başını çektiği toplumcu-gerçekçi şiire de karşıydı.)
Lise yıllarında aruzla yazan daha sonra milli ölçümüz hece ölçüsü dahil tüm ölçüleri reddeden ve serbest ölçüyü savunan yazar hayatının son birkaç yılında halk şiirine yaklaşmış; Garip'in ilk dönemlerinde yazdığı bazı şiirlerini de eleştirmiş, hatta hece ölçüsü kullanmaya başlamıştır. Bu değişimini de
“Onları beş sene önce yazmıştım. Beş sene sonra da aynı şeyleri söyleyecek olduktan sonra neden yaşadım.” diyerek açıklamıştır.
Çok erken aramızdan ayrıldı; yine 100 yaşında olsaydı ancak rakamlar tersine çevrilebilseydi de 64 yıl yaşayıp ölümünün üzerinden 34 yıl geçmiş olsaydı. Nur içinde yat bir garip Orhan Veli.
Şiirlerinden Seçmeler:
Kitabe-i Seng-i Mezar
I
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi'ye.
II
Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duysalar öldüğünü alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
III
Tüfeğini deppoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir ruzigar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısıyla:
"Ölüm Allah'ın emri,
"Ayrılık olmasaydı."
Bedava
Bedava yasıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dişi,
Sınamaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yasıyoruz, bedava.
Delikli Şiir
Cep delik cepken delik
Yen delik kaftan delik
Don delik mintan delik
Kevgir misin be kardeşlik
Yalnızlık Şiiri
Bilmezler yalnız yasamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.
Cımbızlı Şiir
Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!
İstanbul Türküsü
İstanbul’da Boğaziçi’nde
Bir fakir Orhan Veliyim,
Eli’nin oğluyum,
Tarifsiz kederler içinde.
Rumeli Hisarı’na oturmuşum;
Oturmuşta bir türkü tutturmuşum:
`İstanbul’un mermer taşları;
Basıma da konuyor aman martı kuşları;
Gözlerimden boşanır hicran yaşları;
Edalım
Senin yüzünden bu halim.``İstanbul’un orta yeri sinema;
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama;
El konuşur, sevişirmiş; bana ne?
Sevdalım
Boynuna vebalim!`
İstanbul’da Boğaziçi’nde
Bir fakir Orhan Veli;
Eli’nin oğlu;
Tarifsiz kederler içindeyim.
Garip Öncesi Eski Biçimli Bir Şiiri:
UZUN BİR ISTIRABIN SONUNDA
VE BİR SAADET ANINDA GELECEK ÖLÜMÜN TÜRKÜSÜ
Bir sahile varacak günlerimiz ..
Günler ki nâmütenahi ıstırap.
Kalmayacak bugünkü hasta, harap
Yüzlerde bahtın karanlığında bir iz.
Şekillenecek ruhu çeken kutup:
Sevmek kadar tatlı, yaşamak kadar
Kısa bir ânın ötesinde bahar.
İşte o dem ki bir ömrü unutup
Açacağız nurdan kapılarını
Bugün vadedilen cennetimizin.
En güzel, en son memleketimizin
Bulacağız ışıktan pınarını.
Gün vuracak baktığımız her yüze
Ve kızlar, kucaklarında çiçekler,
Ebedî baharı getirecekler
Bu yeniden başlayan ömrümüze.