türk şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
türk şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Eylül 2015 Çarşamba

Eylül'dü

http://methodist-manor.com/media/21635/sept.jpg
Eylül’dü.
Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.
Eylül’dü.
Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu.
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan,
Ellerin kadar ıssız,
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.
Eylül’dü.
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin,
Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun.
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde.
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ.
Gözlerini sildi zaman..
Dedim ya… Eylül’dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.
                                       Cemal Süreya

5 Eylül 2015 Cumartesi

Ağzımın Tadı

Ağzımın tadı yoksa, hasta gibiysem,
Boğazımda düğümleniyorsa lokma,
Buluttan nem kapıyorsam, vara yoğa
Alınıyorsam, geçimsiz ve işkilli,
Yüzüm öfkeden karaya çalıyorsa,
Denize bile iştahsız bakıyorsam,
Hep bu boyu devrilesi bozuk düzen,
Bu darağacı suratlı toplum.

             Oktay Rıfat Horozcu

21 Nisan 2015 Salı

ANADOLU

...
Öyle yıkma kendini,
   Öyle mahzun, öyle garip...
   Nerede olursan ol,
   İçerde, dışarda, derste, sırada,
   Yürü üstüne - üstüne,
   Tükür yüzüne celladın,
   Fırsatçının, fesatçının, hayının...
   Dayan kitap ile
   Dayan iş ile.
   Tırnak ile, diş ile,
   Umut ile, sevda ile, düş ile
   Dayan rüsva etme beni.
...
                            Ahmet ARİF

14 Kasım 2014 Cuma

YAŞAMAK  

Kimi eskidiği için yaşar
Kimi yaşadıkça eskir.
Ne tohumda keramet
Ne toprakta
Ne başakta
Marifet yaşamakta.

Bedri Rahmi Eyüboğlu





BİR GARİP: ORHAN VELİ

1914-1950
Bekliyorum
öyle bir havada gel ki
vazgeçmek mümkün olmasın...
 Türk edebiyatında erken ölümüne üzüldüğüm iki sanatçı vardır: 41 yaşında Yıldız Dağları'nda öldürülen Sabahattin Ali ve 36 yaşında ölen şair Orhan Veli.
Halbuki bir güzel nisan sabahı dünyaya gelmişti Orhan Veli. Ölümlerin çağı 20. yüzyılda ölümü hak eden o değildi. Hele ki belediyenin açtığı çukura düşerek ölmek. Hele ki sade ve sadece 36 yaşında.
 Kurduğu akım gibi garip ve gariban geçti bu dünyadan; ancak kurduğu akım asırlara dayanan geleneği yıktı, paramparça etti, yepyeni bir çığır açtı.
 Bu yıl yakın arkadaşı Oktay Rifat ile birlikte doğumlarının 100. yılı olması nedeniyle bir şeyler karalamayı düşünüyordum; ancak ölüm yıl dönümü de denk gelince içim bi "garip" oldu yazmak istedim.
 1914'te İstanbul'da doğdu; ancak daha sonra babası Adnan Veli'nin işi sebebiyle Ankara'ya taşındılar. 7. sınıfta Oktay Rifat ile bundan birkaç yıl sonra da Melih Cevdet ile tanıştı. Lisedeki edebiyat öğretmenleri de Ahmet Hamdi Tanpınar olunca lise yıllarında "Sesimiz" dergisini çıkardı. Biyografik şiiri "Ben Orhan Veli" de şöyle anlatır kendisini:
Ben Orhan Veli
Ben Orhan Veli
1914'te doğdum.
1 yaşında kurbağadan korktum.
9 yaşında okumaya,
10 yaşında yazmaya merak sardım.
13'te oktay rıfat'ı,
16'da melih cevdet'i tanıdım.
17 yaşında bara gittim.
18'de rakıya başladım.
19'dan sonra avarelik devrim başlar.
20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim.
25'te başımdan bir otomobil kazası geçti.
çok aşık oldum.
hiç evlenmedim.
...
 1932'de İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümüne kaydoldu; ancak okulu yarım bıraktı. Ankara'da PTT'de ve MEB'de tercüme bürosunda çalıştı. 1946'da istifa etti. 1949-50 yılları arasında maddi sıkıntılar içinde hatta paltosunu bile satarak "Yaprak" dergisini 28 sayı çıkarabildi.1950'de 12 Kasım'da Ankara'da belediyenin açtığı kuyuya düştü. Hafif yaralandı; beyin kanaması geçirdiği anlaşılamadı ve 14 Kasım akşamı girdiği komadan çıkamayarak hayata veda etti Orhan Veli.
 Veli şiirde 1941 yılında yayımladığı Garip'in ön sözünde şiirin semboller ve simgeler sanatı yerine basit yalın anlaşılır ve halktan yana olmasını arzuluyordu. Hatta bu sebeble A. Haşim'in meşhur dizesi "Göllerde bir dem kamış olsam."a yazdığı "Rakı şişesinde balık olsam." dizesiyle geleneği yıkmak için sert adımlar atıyordu. Ancak daha büyük tartışmaların da odak noktasını oluşturmuştu.
 Özellikle İslamiyet sonrasında divan şiirimizin neredeyse benzer konuların tekrarı ve yüce kişiler olan padişah ve sadrazamları övme geleneğine ise "Yazık oldu Süleyman Efendiye" mısrası ile isyan bayrağı açtı. Kimi gelenekçiler tarafından şiir bile sayılmayan bu dize kimileri içinse Türk şiirinin en güzel dizesi idi.Hatta Akbaba dergisinde Y. Ziya ORTAÇ bu dizenin bir rezillik olduğunu ve bunu yapanların suratına tükürülmesi gerektiğini yazmıştır.
  Kişisel görüşüm Nazım Hikmet'in 1928'de "Resimli Ay" dergisiyle başlattığı "Putları Yıkıyoruz" ve 1941'de Orhan Veli ve arkadaşlarının yayımladığı "Garip" kitabı ve ön sözü, geleneğe karşı yapılmış en büyük baş kaldırıydı. (Ancak burada bir açıklama yapalım Garip akımı Nazım Hikmet'in başını çektiği toplumcu-gerçekçi şiire de karşıydı.)
 Lise yıllarında aruzla yazan daha sonra milli ölçümüz hece ölçüsü dahil tüm ölçüleri reddeden ve serbest ölçüyü savunan yazar hayatının son birkaç yılında halk şiirine yaklaşmış; Garip'in ilk dönemlerinde yazdığı bazı şiirlerini de eleştirmiş, hatta hece ölçüsü kullanmaya başlamıştır. Bu değişimini de “Onları beş sene önce yazmıştım. Beş sene sonra da aynı şeyleri söyleyecek olduktan sonra neden yaşadım.” diyerek açıklamıştır.  
 Çok erken aramızdan ayrıldı; yine 100 yaşında olsaydı ancak rakamlar tersine çevrilebilseydi de 64 yıl yaşayıp ölümünün üzerinden 34 yıl geçmiş olsaydı. Nur içinde yat bir garip Orhan Veli.

Şiirlerinden Seçmeler: 

Kitabe-i Seng-i Mezar

I

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi'ye.

II

Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duysalar öldüğünü alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.

III

Tüfeğini deppoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir ruzigar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısıyla:
"Ölüm Allah'ın emri,
"Ayrılık olmasaydı."
 
Bedava

Bedava yasıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dişi,
Sınamaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yasıyoruz, bedava. 

 Delikli Şiir

Cep delik cepken delik
Yen delik kaftan delik
Don delik mintan delik
Kevgir misin be kardeşlik

Yalnızlık Şiiri

Bilmezler yalnız yasamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler. 

 Cımbızlı Şiir

Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya! 

İstanbul Türküsü

İstanbul’da Boğaziçi’nde
Bir fakir Orhan Veliyim,
Eli’nin oğluyum,
Tarifsiz kederler içinde.
Rumeli Hisarı’na oturmuşum;
Oturmuşta bir türkü tutturmuşum:

`İstanbul’un mermer taşları;
Basıma da konuyor aman martı kuşları;
Gözlerimden boşanır hicran yaşları;
Edalım
Senin yüzünden bu halim.``İstanbul’un orta yeri sinema;
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama;
El konuşur, sevişirmiş; bana ne?
Sevdalım
Boynuna vebalim!`

İstanbul’da Boğaziçi’nde
Bir fakir Orhan Veli;
Eli’nin oğlu;
Tarifsiz kederler içindeyim.

Garip Öncesi Eski Biçimli Bir Şiiri:

UZUN BİR ISTIRABIN SONUNDA
VE BİR SAADET ANINDA GELECEK ÖLÜMÜN TÜRKÜSÜ

Bir sahile varacak günlerimiz ..
Günler ki nâmütenahi ıstırap.
Kalmayacak bugünkü hasta, harap
Yüzlerde bahtın karanlığında bir iz.

Şekillenecek ruhu çeken kutup:
Sevmek kadar tatlı, yaşamak kadar
Kısa bir ânın ötesinde bahar.
İşte o dem ki bir ömrü unutup

Açacağız nurdan kapılarını
Bugün vadedilen cennetimizin.
En güzel, en son memleketimizin
Bulacağız ışıktan pınarını.

Gün vuracak baktığımız her yüze
Ve kızlar, kucaklarında çiçekler,
Ebedî baharı getirecekler
Bu yeniden başlayan ömrümüze. 


Ben Orhan Veli1914’te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 2 yaşında gurbete çıktım.7’sinde mektebe başladım9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rıfat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18’de rakıya başladım ve şarkı söylemesini çok sevdim. 19 yaşında sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok aşık oldum, hiç evlenmedim.Ben Orhan Veli…Ben Orhan Veli"Yazık oldu Süleyman Efendiye"Mısra-i meşhurunun mübdii..Duydum ki merak ediyormuşsunuz,Hususi hayatımı,Anlatayım:Evvela adamım, yaniSirk hayvanı falan değilim.Burnum var, kulağım var,Pek biçimli olmamakla beraber.Bir evde otururum,Bir işte çalışırım.Ne başımda bulut gezdiririm,Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.Ne İngiliz kralı kadarMütevaziyim,Ne de Celâl Bayar’ınSabık ahır usağı gibi aristokrat.Ispanağı çok severimPuf böreğine heleBiterimMalda mülkte gözüm yoktur.Vallahi yoktur.Oktay Rıfat’la Melih Cevdet’tirEn yakın arkadaşlarım.Bir de sevgilim vardır pek muteber;İsmini söyleyememEdebiyat tarihçisi bulsun.Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,Meşgul olmadığım ehemmiyetsizSadece yazarlar arasındadır.Ne bileyim,Belki daha bin bir huyum vardır.Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya?Onlar da bunlara benzer.Orhan Veli KANIK






                                         

18 Ekim 2014 Cumartesi

ÖLÜ SİRENLER



Gerçekte duymadığım sesler bitti
Öğleye doğru bir gökgürültüsü yalnız
Karıştırdı ortalığı bir süre
Gök akıttı bir parça yağmurunu
Ve deniz kuşları umutsuz
Arıyorken kokularını gölgelerinde
Sıyırdı bir iki bulutu güneş de
Yığılıp kaldı yorgun
Denizin gözbebekleri üstünde.
Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı
Gökgürültüsünü de barındıran içinde
Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden
Tiz bir çıngırağı andıran
Benzeyen zil sesine de
Daha önce unutmuşum gibi denizde
Yankılanıp durdu ara vermeden.
Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk
İki tek ağustosu çarpıştıran
Sızdıran kanını bu yaz gününe
Yaşayan bir mutluluk? Ve işte
kaç yerinden kesilmiş ki ellerim
Bekletip durdu  da acısını bunca yıl
Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme.
Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda
Bilmekti yazgısını ölümünü, gene de
Yıllarca beklemişti kendini
Yeşimden sapı olan bir kılıçla
Bense ne içimi yakan rüzgarı
Ne denizdeki yangını, ne gökgürültüsünü
Duymuş gibi olduğum sesleri de değil
Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca
Bir çürük dişle alnımdaki
İki üç kırışığı yedeğine takmış da.
Özledim ilkelliğimi dalgalarında
Buldum savaşı bitmez derinliklerini
karıştırdıkça bir kargının ucuyla
Gördüm, bekliyordu kendini de o da
Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi
O turuncu ruh, değişken
İzledim onda ilk oluşumu sanki
Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden.
İşledim payıma düşen her görüntüyü
Kamaştı gözlerim kıyıya varınca
Rüzgarın itişiyle kumlarda
Durmadan yer değiştiren
Sayısız siren iskeleti
Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında
Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu
Tarihin onlara bağışladığı
Bu garip raslantıdan
Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi
Kemikleri som altından.
Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin.
Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi
Tanrım! tunç bir kapı kilidi
Bronz bir sokak
Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı
Kimbilir kimin külrengi kalbi
Tanrım!
Neden herkes başka tarafa bakıyor
Neden herkes başka biriydi.
Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan
Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan
Arı kümeleri taşların arasında
Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi
Uçuşuyordu da
Ağır ağır yanıyordu da şehir
Yanmayan kadınlar gördüm
Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından
Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda
Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım.
Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz
Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da
Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka
Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan
Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına
Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda
Bir büyü gösterilirdi
Bir kuyu sezdirilirdi
Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda.
Akşam geri verince bana gözlerimi
Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da
Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini
Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa
Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi
Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin
Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.
 
Edip CANSEVER

1 Ekim 2014 Çarşamba

VASİYET


Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.
Hasan beyin vurdurduğu
            ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
            çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemişim ben
                     daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe'yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...
 
                                                                    1953, 27 Nisan
                                                                    Barviha Sanatoryumu
 

YİNE MEMLEKETİM ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR

 
                         http://www.siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/nazim_hikmet_3.jpg 

Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
                         Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
                        enfarktında yüreğimin,
                 alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...
 
                                                                    Pırağ, 8 Nisan 958

17 Temmuz 2014 Perşembe

TAHATTUR/ VESİKALI YARİM

Alnımdaki bıçak yarası
Senin yüzünden;
Tabakam senin yadigârın;
"İki elin kanda olsa gel" diyor
Telgrafın;
Nasıl unuturum seni ben,
Vesikalı yârim?

                           Orhan VELİ

 Keşke bu dizelerde kalsaydı bu şiir. Belki hiç yazılmayabilirdi de. Neden mi böyle saçmalıyorum; şimdi gel bu şiiri oku, sonra git Ö. Lütfi AKAD'ın 68 yapımı "Vesikalı Yarim" filmini izle. İzle ki ne izle...Halil ile Sabiha'nın olduramayacakları imkansız aşklarını izle. İzle ki için cız etsin, yaşama sevincini yitir. Bir sanat eseri bu kadar acı verir mi, vermeli mi; ne bileyim işte uğraşsın, araştırsın sanat tarihçileri, filozoflar. Hele ki o Sabiha'nın repliği yok mu;
"Çok eskiden rastlaşacaktık." deyişi alır beni götürür de götürür. Kızarım bazen kendime "Bu Türk filmlerini izleyip de ne buluyorum acaba?" diye, bırak derim; izle Hollywood filmlerini, sonra da ağzını yaya yaya, "Abi, adamlar yapıyor yeaaa" de "Türk sinemasından bi cacık olmaz yeaa" de.
 Belki de suç ne Orhan Veli'nin ne Ö. Lütfi AKAD'ın ne manav Halil'in ne de Sabiha'nın. Suç bizim yaşadıklarımız belki. Bizimle filmle geçmişimiz arasında kurduğumuz bağda.
 Halbuki ters benim yaşadıklarıma bu replik; çünkü, "Çok eskiden rastlaşacaktık." sözü benim içimdeki en büyük yaradır. Çok eskiden rastlamıştım ben insanların en güzeline; fakat kıymet bilemedim, fena çuvalladım. Şimdi istesem de-ki nasıl isterim-bir araya gelemeyiz imkansızdır hem de nasıl imkansızdır.
 Dedim ya çocuktum sen de 13-14 ben diyeyim 23-24 ne fark eder. Saçmaladıktan sonra insan, çuvalla hata yaptıktan sonra elindekinin kıymetini bilemedikten sonra, "Pişmanım." dese kaç yazar. 
 Giden gitmiştir ilk başlarda kıymetini anlamamışsındır; çünkü kendince de birtakım nedenlerin vardır; ama çocuksundur ve bu nedenlerin hiçbiri senin çözebileceğin kadar basit değildir. Kaçmayı, unutmayı tercih edersin; kolay olanı yani sevdiğin ve seni seven kişiyi yüzüstü bırakıp gitmeyi seçersin. Seçersin de aklın çok sonra dank eder; ama nafile, giden gitmiştir.Filmde Sabiha'nın dediğinin aksine keşke-ama defalarca keşke-erken değil de geç rastlasaydık birbirimize derim, bir derin pişmanlık duyarım, bir cigara yakarım, geçer (mi geçmez.)
 Şimdi kazanan o, kendisini hayatta yarı yolda bırakmış birisinden kurtulmuştur.
 Sense kaybedenlerin en sağlamından kaybetmişsindir. Ne diyelim, "Kendi düşen ağlamazmış."
 Peki ya ağlıyorsak onun da çaresi yoktur be.Yitip gitmiştir tüm güzellikler. Ne diyelim, "Allah kurtarsın !!"

 -

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Herkes seni sen zanneder.
Senin sen olmadığını bile bilmeden,
Sen bile..
Seni ben geçerken,
Derim ki,
Saati sorduklarında;
Onu ”O” geçiyordur.
Kimse anlam veremez.
Tamir ettirmedin gitti derler şu saati.
Ettirmek istiyor musun demezler.

Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.

Zamanı durdururum yüreğimde,
Sensiz geçtiği için,
Akrep yelkovana küskündür.
Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.
Bil ki akrep yelkovanı geçerse,
Atan bu yüreğim durur.
Bırak bozuk kalsın, hiç değilse;

Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
                                                                    Turgut UYAR

13 Mayıs 2014 Salı

DAVET - BU MEMLEKET BİZİM

 
 Dört nala gelip uzak Asyadan
Akdenize bir kisrak basi gibi uzanan

Bu memleket bizim
Bilekler kan içinde
Disler kenetli

Ayaklar çiplak
Ve ipek bir haliya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim
Kapansin el kapilari
Bir daha açilmasin
Yok edin insanin insana kulluğunu
Bu davet bizim
Yasamak bir agaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardesçesine

Bu hasret bizim
                                                           Nazım HİKMET

5 Şubat 2014 Çarşamba

 
Ben sana hep üşüyordum,
Çünkü kıştım.
Nakıştım, bakıştım,
İnkar etmiyorum da bunu.
Seni sevmek gibi büyük işlere kalkıştım.
Ve lütfen inkar etme;
Sana en çok,en çok ben yakıştım...
                          
Özdemir Asaf

26 Aralık 2013 Perşembe

ADIM SONBAHAR

Nasıl iş bu
Her yanına çiçek yağmış
Erik ağacının
Işık içinde yüzüyor
Neresinden baksan
Gözlerin kamaşır  
Oysa ben akşam olmuşum
Yapraklarım dökülüyor
Usul usul
Adım sonbahar
                                    Attila İlhan

25 Aralık 2013 Çarşamba

ANLAYAMADILAR...

Biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim
Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda...
Ateşin yanında barut, barutun yanında ateş olasın diye! ..
Rakı sofralarında söylenip, acı tütün çiğnercesine sevdik
ANLAYAMADILAR...

Nazım Hikmet Ran