8 Nisan 2012 Pazar

Yalnızlığa Hastalık...


     Hastaydı, gözleri çökmüştü.Bir hastalık  yüzünün rengini bu kadar soldurmuş olamazdı; yaşadıklarının etkisiyle vücut direncini yitirmiş, yaşama sevincinin yitimi de yüzünün rengini almıştı.
Olurdu bazen, insan yitip gidebilirdi kendi yalnızlığında; fakat bu gidiş farklıydı, gidişten çok bitişi andırıyordu.
Sessizdi, yalnızlığının bi alışkanlığı olsa gerekti; ama belki de söyleyecek sözü kalmamıştı hayata dair. Çoğu zaman yaşardı insan bunu da söylemezdi; yaşayıp söylememe çelişkisi de "sessizlik" olarak adlandırılırdı zaten.
Sessizlik kemirirdi insanı; ama sessiz insanların çok iyi bildiği, "sessizliğin sesi" hayaleti canlanırdı zamanla. Yeni doğmuş bir bebek gibi zamanla büyür giderdi. Alışırdı,duyarsızlaşırdı; zamanla sessizliği duymaz olurdu.Duvarlar, dolaplar, kanepeler, masalar, sandalyeler, perdeler, halılar, yataklar, komodinler, masa lambaları ses verirdi.

    O kadar gürültü yaparlardı ki bi sürü sonra susun demeye başlardı insan,  yetmezdi de kulaklarını kapatırdı çoğalan bu seslere karşılık. "Ses"te, "sessizlik"te dayanılmaz olurdu artık kemirmeye başlardı ruhu.
 Yavaş yavaş ele geçirirdi sesler, bunlara karşılık veremezdi insan. Ve susmaya başlardı.Susma biter, göz kapakları da yarı yarıya kapanırdı.Dudakların kıvrımları hayata neşeli bakan insanlar gibi , yer çekimine karşı koyamayarak aşağı doğru eğilmeye başlardı. Bakışları da boşluğu andırarak artık yalnızlığın yüzdeki fizyolojik etkileri tamamlanmış olurdu. Sonra yavaş yavaş tüm bedenini ele geçirirdi.Bi nevi mikroplar, bakteriler de isyan ederek, "Yalnızsan yaşama!" diyerek o tek kalan nefesini de ele geçirmeye çalışırdı..
Bundan sonra  çare aramak anlamsızdır, artık ruhta  kemikleşmiştir yalnızlık, sinmiştir. Ama bilmezler. İnsan bilir de anlatamaz. Gözleri çöker, yüzü solgunlaşır; biz basit bir hastalık sanırız onu kendimize bakmamaktan vücudumuzda yer eden mikroplardan kaynaklanan.
Oysa mikroplar da sevmez yalnızları..........

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder