8 Aralık 2012 Cumartesi

VATAN HAİNİ

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
           hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
                            ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
 
 
 
                                                                                28.7.962


 

14 Ekim 2012 Pazar

ORHAN GENCEBAY İLE BİR ÖMÜR


Orhan Gencebay'la Bir Ömür-17 Eylül 2012-Poll Productıons

   
CD 1
Ajda Pekkan - Severek Ayrılalım
Athena - Bir Araya Gelemeyiz
Berkay - Dünya Dönüyor
Candan Erçetin - Beni Böyle Sev
Demet Akalın - Farkında Mısın  
Deniz Seki - Benim Dünyam
Duman - Gönül
Ebru Gündeş- Dil Yarası
Emel Sayın - Hayat Devam Ediyor
Emre Aydın - Bir Teselli Ver
Hande Yener - Kaderimin Oyunu
İzel - Kabahat Seni Sevende
Kutsi - Ben O Zaman Ölürüm
maNga - Ya Evde Yoksan
Mustafa Ceceli - Yarabbim
Mustafa Sandal - Kır Gönlünün Zincirini
Nilüfer - Dertler Benim Olsun
Koro - Batsın Bu Dünya


CD 2
Nükhet Duru - Gitti de Gitti
Özcan Deniz - Vazgeç Gönlüm
Rafet El Roman - Beni Biraz Anlasaydın
Seksendört - Dokunma
Serdar Ortaç - Hor Görme Garibi
Sezen Aksu - Akşam Güneşi
Sibel Can - Bitmesin O Felek
Şevval Sam - Kahrolayım
Tarkan - Hatasız Kul Olmaz
Volkan Konak - Gurbet
Yaşar - Yorgun Gözler
Yıldız Tilbe - Aşkımı Sakla
Yıldız Usmanova - Neyi Değiştirdik ki
Zara - Dilenci
Zerrin Özer - Sev Dedi Gözlerim
Koro - Batsın Bu Dünya

  Orhan Baba'nın 60. yılına saygı duruşu yapılan bu albümde 32 sanatçı 33  Orhan Gencebay şarkısını seslendirdi. Albüm kapağında sanatçı resimleri yerine "illüstrate" olarak çizildi. Şarkı listesi sıralaması sorunu alfabetik sıralama yapılarak çözüldü.
  Albümün şarkı seçimine ilişkin çok fazla yorum yapamam; çünkü Orhan Baba şarkılarına çok hakim değilimdir, çok sağlam dinleyicisi değilimdir; ama saygım büyüktür, kült şarkıları da muhakkak ki tarafımdan bilinir.
   17 Eylül'de çıkan albümü 20 gündür ara  ara da olsa  dinliyorum. Albümde en fazla göze batan sağlam pop'laştırılmış bir albüm olmasıdır. Allahtan rock'çılar var, yoksa bir remiks albümü olarak da adlandırabilirdi. Tabii ki her pop şarkı kötü değil. Ajda Pekkan-Severek Ayrılalım gayet güzel olmuş; ama sormak istiyor insan: Demet Akalın, Serdar Ortaç, Hande Yener, Özcan Deniz nasıl performanslar sergilemişler de albüme alınmış; ayrıca Berkay'ı da tanıyamadık pek fazla; ama işte işin içine ticaret girince plak şirketi, yapımcı vs. herhalde şarkıcı seçimlerinde etkili olmuş.
    Yoksa sormaz mı insan ?
     Funda ARAR, Levent YÜKSEL, Nev, Kibariye, Teoman (Müziği bıraktı diyebilirsiniz; ama Kurtalan Ekspress'in Barış Manço şarkılarını topladıkları "Göğe Selam" albümünde"Dönence"yi seslendirmişti.) , Kıraç, Şebnem Ferah pekala olabilirdi. Gerçi bir devam albümü olacağı ve Şebnem Ferah'ın 'Nikriz Rüyası'nı seslendireceği söyleniyor ama bakalım ilerleyen günlerde göreceğiz.
     Vasat performansları saydık; ama bitmedi. Mesela; Candan ERÇETİN gibi bi sanatçı nasıl olur da bu kadar basit bi alt yapının üzerine şarkı seslendirir.
     Peki iyiler, albümün 'en'leri :
 Tarkan-Hatasız Kul Olmaz ile muazzam bi performans sergilemiş.Zaten Benzemez Kimse Sana da onun çıtasının ne kadar yüksek olduğunu görmüştük. Ne söylese dinletir, dinlenir.
 Ajda Pekkan - Severek Ayrılalım, albümdeki en iyi pop şarkı uzak ara hem de.
 Duman - Gönül ve Emre Aydın - Bir Teselli Ver" çok başarlı cover'lar, bunlara bir de son "12 Düet" isimli rock-cover albümüyle ağzımıza bir parça bal çalıp bu alanda örnek ve geçilmesi zor bir albüm yapmış olan Nilüfer - Dertler Benim Olsun'u eklemek lazım. Hakikaten çok güzel.
 Yıldız Tilbe - Aşkımı Sakla ve  Zerrin Özer - Sev Dedi Gözlerim ise bu iki sağlam sesten bu iki güzel şarkı çok güzel olmuş.
     Albümün iyileri:   
  Nükhet Duru - Gitti de Gitti, Rafet El Roman - Beni Biraz Anlasaydın, Seksendört - Dokunma
Sezen Aksu - Akşam Güneşi, Volkan Konak - Gurbet.
      Tabii "Batsın Bu Dünya"yı ayrı tutmak lazım. Bu toprakların en büyük eserlerinden biridir ve yüzlerce yıl söylenecektir. Hal böyle olunca tek bi şarkıcının bu ağırlığın altından kalkabilmesi mümkün değil. Albümdeki şarkıcılardan Koro yapılarak çok doğru bir iş başarılmış. Şarkıda harikulade olmuş, gerçekten insanın dinledikçe dinleyesi geliyor.
      Bu sınıflandırmalar ve sıralamalar kişisel zevk olduğu için kalan şarkılara asla kötü demiyorum; ben sadece benim içi enleri, iyileri ve albüme yakışmayacak olanları sıraladım. Benim yorumlarım bunlar sonuçta, ama artık bu yazıdan sonra albümün tamamını da dinlemeyeceğim; bazı eksilmeler tabii olacak.
      Ama bu şarkılar sonuçta ne kadar güzel söylense de ya da söylenemese de  yıllar sonra yine Orhan Baba'nın sesinden dinlenecek.

DAHA GÜZEL, DAHAADİL, SEVGİ DOLU DÜNYA İÇİN
BARIŞ İÇİN İNSANLIK İÇİN  KARDEŞLİK İÇİN   BATSIN BU DÜNYAAAA....



HATASIZ KUL OLMAZ, HATAMLA SEV BENİ....


 

9 Ekim 2012 Salı

MUTLU OLMA ŞANSI


Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili
biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını
acımız yaptık çünkü.
Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın gözyaşı bile
içimizi parçaladı.
Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk...
Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat karşısında bizi zayıf yaptı.
Aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili...
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak.
Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.
Yaşamak ne güzeldir be sevgili...
Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek...
Ve o vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın...  




                                                                                                  Yılmaz GÜNEY

27 Eylül 2012 Perşembe

GÖNÜL DAĞI YIKILDI BE BOZKIRIN TEZENESİ


Neşet ERTAŞ-Bozkırın Tezenesi
bin dokuzyüz otuzsekiz cihana
kırtıllar köyünde geldin dediler
babama muharrem, anama döne
dediysen atayı bildin dediler

dizinde sızıydı anamın derdi
tokacı saz yaptı elime verdi
yeni bitirmiştim üç ile dördü
baban gibi sazcı oldun dediler

o zaman babamdan öğrendim sazı
engin gönül ile hakk’a niyazı
o yaşımda yaktı bir ahu gözü
mecnun gibi çölde kaldın dediler

zalım kader devranını dönderdi
tuttu bizi ibikli’ye gönderdi
babam saz çalarken bana zil verdi
oynadım meydanda köçek dediler

anam döne ibikli’de ölünce
tam beş tane öksüz yetim kalınca
beşimiz de perişan olunca
babamgile burdan göçek dediler

yürüdü göçümüz tefleğe doğru
bu hali görenin yanıyor bağrı
üç aylık çoçuğun çekilmez kahrı
bunlara bir ana bulun dediler

yozgat’ın kırıksoku köyü’ne vardık
bize ana yok mu diyerek sorduk
adı arzu dediler bir ana bulduk
işte bu anadır buldun dediler

en küçük kardaşı kayıp eyledik
onun için gizli gizli ağladık
üstelik babamı asker eyledik
yine öksüz yetim kaldın dediler

zalım kader tebdilimi şaşırttı
heybe verdi dalımıza devşirtti
yardım etti yerköy’üne göçürttü
biraz da burada kalın dediler

yerköy’den kırıkkale’ye geldik
babam saz çalarken biz çümbüş aldık
kırşehir’e varınca kemanı çaldık
aferin arkadaş çaldın dediler

yarin aşkı ile arttı hep derdim
babamı bir yere dünür gönderdim
başlık çok istemişler haberin aldım
istemiyor yarin seni dediler

kırşehir’de yedi sene kalınca
düğün düzgün hepsi bize gelince
burada herkese yer daralınca
ankara’ya gider yolun dediler

ankara’da (sünnetçi) veysel usta’yı buldum
epeyce eğleştim, evinde kaldım
yüz lirayı verip bir yatak aldım
etti isen böyle buldun dediler

bir ev kiraladım münasip yerde
kaldı kavim kardaş hep kırşehir’de
bu aşk hançerini vurdu derinde
çaresini bulmazsan öldün dediler

yarin aşkı ile döndüm şaşkına
arada içerdim yarin aşkına
canan acımaz mı garip dostuna
bunu da içeriye alın dediler

diye anlatır aşıklık geleneğinin son büyük temsilcisi hayat hikayesini. Öyle yazmaya da  gerek yok zaten şurada doğdu, büyüdü, yaptı etti felan diye...
   Demirel zamanında kendisine sunulan "devlet sanatçılığı" unvanını;  Devlet sanatçılığı bana teklif edildi. Ben, 'hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor' diyerek teklifi kabul etmedim. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdadımız adına aldım." diye geri çeviren usta alçak gönüllü aşık Unesco tarafından "yaşayan insan hazinesi" kabul edilmiştir.
   Neşet Ertaş'ın tek idolüm dediği ozan babası  Muharrem Ertaş oğlunun Leyla Hanım'la yaptığı evliliğe karşı çıkmış ve  oğluna türküyle seslenmişti: “Evvelde tutmadın Neşet sözümü/ Öksüz koydun yavruları kuzunu/ Almasaydın Boluların kızını/ Son pişmanlık fayda vermez evladım.” Bu sözlerden rahatsız olan Neşet Ertaş’ın yanıtı da türkülü olur: “..Ulu arıyorsan analar ulu/ Sevmişiz gönülden olmuşuz kulu/ Analar insandır biz insanoğlu/ Aslı bozuk deme gel şu insana.” ama o aşktır ki o acıdır ki Ertaş'ın sanatını bu kadar beslemiştir.
   Bir trafik kazası sonrası, üç ay hapis yattığı sırada çaresizlikten tükürükle ıslattığı kibritin barutunu kullanarak sigara kağıdının arkasına yazmıştı, "Neredesin Seni"...
   5 yaşında çalmaya başladığı sazı düne kadar elinde tuttu; ama dillere pelesenk olmuş türküleri, bozlakları kaldı bize...
   O yüzden selam olsun büyük ustaya da bilki "gönül dağı"nda yağmur, boran oldu gözyaşları, aktı canözümüzden sel gizli gizli, sinamız yaralandı....................


  
Gönül dagı yagmur yagmur boran olunca
Akar can özümde sel gızlı gızlı
Bır tenhada can cananı bulunca
Sınemı yaralar yar oy,……yar
Dıl gızlı,dıl gızlı
__________________________________
Dost elınden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahcanın gülü derılmez
Kalpten kalbe bır yol vardır görülmez
Gönülden gönüle gıder yar oy,…..yar
Yol gızlı gızlı,yol gızlı
______________________________________
Seher vaktı garıp garıp bülbül öterken
Kıprıklerın oku yar yar cana batarken
Cümle alem uykusunda yatarken
Kımseler görmeden yar oy,……….yar
Gel gızlı gızlı,gel gızlı gızlı
Hoyratlar görmeden yar oy,………yar
Gel gızlı gızlı,gel gızlı gızlı...................

20 Eylül 2012 Perşembe

içimde ölen biri var




Bana birşeyler anlat
Canım çok sıkılıyor
Bana birşeyler anlat anlat
İçim içimden geçiyor

Yanımdasın susuyorsun
Susuyor konuşmuyorsun
Bakıyor görmüyorsun

Dokunsan donacağım
İçimde intihar korkusu var
Bir gülsen ağlayacağım bir gülsen
Kendimi bulacağım

Depremler oluyor beynimde
Dışarda siren sesi var
Her yanımda susmuş insanlar susmuş
İçimde ölen biri var...

Hadi birşeyler söyle
Çocuk gözlerin dolsun
İçinden git diyorsun duyuyorum gülüm
Gideceğim bu son olsun

İçimde soluyorsun
İki can var içimde
Korkular salıyorsun üstüme korkular
Her an başka biçimde


"İçimde intihar korkusu var." Evet, bugünlerde hissediyorum; istediğin, hissettiğin hiçbir şey, sana ait değilse olmamışsa yakınından bile geçmemişse o zaman normaldir bu duygular...
 "Depremler oluyor beynimde.." Olabilir de keşke olsa; ya olamayacak kadar boş düşünce balonuysa zihnin...
 "Dokunsan donacağım." Donarım, lütfen ama lütfen dokunma; bakma yüzüme n'olur, yoksa kıpkırmızı olur bu çocuk yüzüm...
"İki can var içimde" var ki ne var keşke olmasaydı; ama oldu,evet, oldu; çok acı veren doğum anına gelmiş bi can var içimde acı veriyor...

 "Bana bir şeyler anlat"Ah !!! ya anlatırsan duyarsam sesini sesssiz sedasız dikersem gözlerimi sana o çoooook uzun zamanın verdiği sabırsızlıkla ısırırsam dişlerimi bakakalırsam sana...
   Bi çocuk gibi şefkatine muhtaç küçük bi çocuk gibi hem de avuçları açılmış bi çocuk gibi senden bi bi tutam bi parça sevgi desem

7 Eylül 2012 Cuma

AŞK HİÇ BİTER Mİ ?



Aşk bitti, elimden sanki minik bir balık kayıp gitti
Aşk bitti, içimden sanki bir şeyler kopup gitti

Aşk hiç biter mi
Hiçbir şey olmamış gibi boşlukta kaybolup gider mi
Aşk hiç biter mi, aşk hiç biter mi

Kalır adımızla bir sokak duvarında
Bir ağaç kabuğunda, bir takvim kenarında
Kalır bir çiçekte bir defter arasında
Bir tırnak yarasında bir dolmuş sırasında
Kalır bir odada bir yastık oyasında
Bir mum ışığında bir yer yatağında
Aşk hiç biter mi, aşk hiç biter mi

Kalır dilimizde yinelenen bir şarkıda
Bir okul çıkışında bir çocuk bakışında
Kalır bir kitapta bir masal perisinde
Bir hasta odasında bir gece yarısında
Kalır bir durakta yırtık bir afişte
Buruk bir gülüşte dağılmış yürüyüşte
Aşk hiç biter mi, aşk hiç biter mi

Kalır bir sokakta bir genel telefonda
Bir soru yanıtında bir komşu suratında
Kalır bir pazarda bir kahve kokusunda
Bir tavşan niyetinde bir çorap fiyatında
Kalır bir yosunda bir deniz kıyısında
Bir martı kanadında bir vapur bacasında

Aşk hiç biter mi, aşk hiç biter mi.......
  Demiş, Ezginin Günlüğü 1996 senesinde "Ebruli" albümünde 8. şarkıda...
  Demiş de ne güzel demiş: Aşkın sadece fiziksel temasla bir tutulup, 5 duyumuzla bile kavrayamayacağımız bu derinlikli olguyu tek duyuya "dokunma"ya indiren-indirecek olan insana bi atıfta bulunup bi iletisi belki de. Çünkü bunca sene sonra ne sözleri ne anlatısı hiçbir şey yitirmemişse ve 90'ların o çılgın tüketim -bugün artarak büyüyen-çağında tam da ortasında bu şarkı yapılmış. O zaman demek lazım ki hakikaten sanat yapılmış.
  Peki sorunun cevabı....
  Aşk hiç biter mi ?
  Biter, biter nesnel aşk biter. Balığın kayıp gitmesi gibi hissedilerek ve kolaycacık gder hem de. Anlayamayız bile, belki, bazen....
Hatta geç de basar kafamız aşkın dumanıyla tütsülenen ah o kafamız....
Ama ya sonra n'olur, neye dönüşür, ne hale gelir ?
"Kaybolur gider mi ? " şarkıdaki gibi, yoksa neyden neye dönüşür bizde o aşk ?

Kalır adımızla bir sokak duvarında
Bir ağaç kabuğunda, bir takvim kenarında
Kalır bir çiçekte bir defter arasında
Bir tırnak yarasında bir dolmuş sırasında
Kalır bir odada bir yastık oyasında
Bir mum ışığında bir yer yatağında
Aşk hiç biter mi, aşk hiç biter mi

Kalır dilimizde yinelenen bir şarkıda

Bir okul çıkışında bir çocuk bakışında
Kalır bir kitapta bir masal perisinde
Bir hasta odasında bir gece yarısında
Kalır bir durakta yırtık bir afişte
Buruk bir gülüşte dağılmış yürüyüşte
Aşk hiç biter mi, aşk hiç biter mi

Kalır bir sokakta bir genel telefonda

Bir soru yanıtında bir komşu suratında
Kalır bir pazarda bir kahve kokusunda
Bir tavşan niyetinde bir çorap fiyatında
Kalır bir yosunda bir deniz kıyısında
Bir martı kanadında bir vapur bacasında


 İşte bunlarda kalır aşk, ne eklenebilir üstüne herhangi bir söz ne de söylenebilir. Bu sözlerin üstüne hiç de öyle edebi kurcalamalar, tamlamalar, sıfatlar, mecazlar, türetmeye-uydurmaya- hiiiiiiç mi hiiç gerek yok. Kolaya kaçmak mı ? Belki de öyle olabilir; çünkü bu sözlerin üstüne söz bulamadım, gücüm yetmedi.
  Sadece dinlemek lazım zihnimizdeki o boş soruları da bırakıp...............

23 Temmuz 2012 Pazartesi

SEZEN AKSU- BİLE BİLE

   Albümün ismi de etkilermiş insanı.(Düş Bahçeleri) Bu öğleden sonra tv'nin karşısında içi geçmiş yarım yamalak bir uyku halindeyken dizi de her zaman ki gibi dramaya bağladılar ve şarkı çalmaya başladı.Çaldıkça benim uyku sersemi halimden zihnimden kareler geçti: aşka dair sevgiye dair ve nasıl etkiledi ki gecenin bu saati oldu aralıksız dinliyorum şarkıyı. 2,5- 3 saattir, winamp'taki tek şarkı olarak çalıyor.
   En son 2004-2005 o  zamanlarda dinlemiştim. Discman'im de dinlediğim üzerinde "slow" yazan cd'mde vardı en son bu şarkı.
    Yıllar geçmiş dinlememiştim, uzun bi aradan sonra dinleyince de fena çarptı doğrusu.
    Şarkı 96 yılının "Düş bahçeleri" isimli albümüne ait. Ama ondan önce taaa 1990 yılında ilk albümünde(Sevgiliye) Aşkın Nur Yengi söylemiş, Harun Kolçakla düet yaparak. (Ben hep ilk söyleyen Sezen Aksu diye bilirdim-yanlış bilirmişim) Sezen Aksu'da sözü ve müziği kendisine ait olan şarkıyı 96 yılında Yaşar Gaga'yla düet olarak söylemiş.
     Daha sonra Levent Yüksel de dahil olmuş düet olayına ve Sezenle bir düet de o yapmış.Hangisi daha iyi, değil derdim şarkının ta  kendisi  

      Bazen öyle kördüğüm olur ki istesen de kalmak istesen de kalamazsın:
        
"Bir arada olabilmek ne mümkün
Bir arada kalabilmek
İmkansız
Seneler alıp gitmiş
Ne var ne yoksa her şeyi"  
                                             der kabulenilmiştir ayrılık her şeye rağmen; ama  o insanın acizliği yok mu aşk karşısındaki...İşte birden tepetaklak olur her şey:

 "Geri dönmek inan işten değil
Hani var ya tutamazsın kendini
Bir ümitle ya olursa, dersin hep
Bile bile herşeyin bittiğini"
    
                                           
                                            sonradan koyar işte insana hem de "Akıp gider zaman sana aldırmadan..."







22 Temmuz 2012 Pazar

AŞKA TÜRLÜ ŞEYLER-KENAN DOĞULU




    3 yıl bekledikten sonra büyük bir özlemle kavuştuk Kenan Doğulu'nun albümüne. Pek fazla ortalıkta görünmediği 3 yılda, son zamanlarda Beren Saat aşkıyla gündeme gelen; ancak Beren'den sonra haberlerde adı geçmesi sebebiyle sevenlerini de bir hayli üzdü.
   Eee haliyle üzülüyor insan. 1993 dile kolay, Kenan Doğulu'nun çıkışı; uzun saçlarıyla, sevimli, sempatik yüzüyle de kendini sevdirmiştir. Ben de kendimi her zaman yakın hissetmişimdir Kenan Doğulu'ya. Şarkılarıyla büyüdük desek yeridir: "Yaparım Bilirsin"ler, "Sımsıkı"lar, "Ex Aşkım"lar dinlenip akıllara kazınınca insanın Kenan Doğulu'dan hit işler beklemesi de normal oluyor.






    Tıpkı "Çakkıdı" gibi. 2006 yılında çıkan muheteşem"Festival" albümüyle Kenan Doğulu zirveye çıkmıştır. Çakkıdı, Avrupa'da listelere girmiştir.
"Baş Harfi Ben", "Aşk Kokusu" "Ara Beni Lütfen" "Olmaz" gibi ayrı birer albümde tek başına hit olabilecek muhteşem şarkıları tek bir albümde toplamıştır.










    Aradaki Eurovision macerası ve "Hayal Kahramanım(2008)" gibi single çalışmasından sonra 2009 yaz başında  bu sefer de Amerikan R&B yıldızlarının çizgili takımlarından etkilenip müzik tarzının da ipuçlarını kapak fotoğrafından verdiği "Patron"  albümüyle karşımıza çıktı.
  "Rütbeni Bileceksin", "Öp", "Etme","Beyaz Yalan","Şimdi Burada" ve bir klasik olan "Aşkkolik" şarkılarıyla da çok başarılı bir albüm ekledi "diskografisi"ne.










































































Ve beklenen albüm 5 temmuzda geldi: "Aşka Türlü Şeyler":









        Güzel bir kelime oyunuyla başarılı bir isim vermiş albüme Kenan Doğulu. Albümde 2009 "Patron"dan sonra özellikle Avrupa'daki son zamanlardaki "dubstep"(Daha Türkiye'de yok.) modasından sonra Türkiye'de bu işi marjinal olarak belli bi kitleye Bedük yapar; geniş kitlelere ise daha "soft" biçimde Kenan Doğulu yapabilir diye düşünmüştüm. Tabii bu örnek biraz uç gelebilir; ancak "Patron"un altyapıları, Ozan Doğulu desteği derken bu düşünce geldi aklıma. 
        Geçelim albüme çıkış zamanı olarak klasik bir popçu zamanı; ama Kenan öyle bir albüm yapmış ki sonbaharda yapsa daha çok tutulacağı kesin. Akla da ister istemez geliyor ?
        Piyasaya 20 yıldır bu kadar hakim olan birisi böyle şarkıları niye böyle bir zamanda çıkarır ?
        A) 3 senedir pek piyasada yokum eldekilerde bunlar daha fazla beklemeyelim.
        B) Artık zirvedeyim ne yapsam tutar; zamanının bi önemi yok.
        C) Artık aşk zamanı 20 yıldır yaptım yapacaklarımı nasıl olsa

   Kral Tv Müzik Ödülleri Gecesi'nde "Bal Gibi"yle zaten albüme dair ipuçları almıştık; ancak bu kadar duygusal, sade bir albüm yapması da akla gemezdi doğrusu Kenan Doğulu'nun.
   Albümde 16 şarkı var:
          01. Kenan Doğulu Aşka Türlü Şeyler
          02. Kenan Doğulu Bal Gibi
03. Kenan Doğulu Bir İleri İki Geri
04. Kenan Doğulu Şeytan Tüyü
05. Kenan Doğulu Kardan Kadın
06. Kenan Doğulu Rica
07. Kenan Doğulu Zevk Alalım
08. Kenan Doğulu Tencere Kapak
09. Kenan Doğulu Bisiklet
10. Kenan Doğulu Hayırdır İnşallah
11. Kenan Doğulu İstanbul
12. Kenan Doğulu Şans Meleğim
13. Kenan Doğulu Doktor
14. Kenan Doğulu Bunlar da Geçer
15. Kenan Doğulu Kalp Kalbe Karşı
16. Kenan Doğulu Güle Güle


"Aşka Türlü Şeyler","Bal Gibi","Bir İleri İki Geri", "Şeytan Tüyü", "Kardan Kadın", "Rica" gibi şarkılar albümün hitleri. Benim favorimse "Bir İleri İki Geri"
 Şunu da belirtmeliyim ki  kendisini canlı olarak izleme fırsatı bulduğumda anlamıştım kalitesini bikez daha. Gerçekten sahne performansı çok üst düzeyde Kenan Doğulu'nun.
Neyse Kenan Doğulu'ya bu albümünde canıgönülden başarılar, bol şanslar  diliyorum ....
Nerelerdeydin dediği "Şans Meleği" yanında olsun :)



 



                        Kenan Doğulu-Bir İleri İki Geri:                                                            
                                        
                                                                                                                                        Bir ileri iki geri bu neydi böyle
Üzerimden aşk mı geçti
Birileri farkına varmalı bence bazı şeyler değişti
Bazı şeyler tükendi
Akılsız gönül yine yıkıldı
İlk mi darbemiz sanki
Bile bile kaç kere kabul ettim hep seni
Tatlı günlerin buruk özlemi varken
Aynı olmak isterken
Hep hayal kırıklığı
Denedik ya kaç kere
Ama bu sefer bana bir şey oldu
Kararttım gözlerimi
Ama bu sefer
Bir ileri iki geri bu neydi böyle
Üzerimden aşk mı geçti
Birileri farkına varmalı bence bazı şeyler değişti
Bazı şeyler tükendi
Doğru sandığın yanlış anahtarından
İki tane yaptırdık
Belirsizle kilitli
Bende kuvvet kalmadı
Bana bu sefer ne olur dur deme
Bıraktın iplerimi tabi uçabilirsem
Bir ileri iki geri bu neydi böyle
Üzerimden aşk mı geçti
Birileri farkına varmalı bence bazı şeyler değişti
Bazı şeyler tükendi














YOLUNDA GİTMEYEN ADAM OLABİLMEK-10 YIL






 

   Bir kendiliğindenlik hali var üzerimde; ıssız adam mı, desem; sessiz adam mı,
yoksa "yolunda gitmeyen adam " mı desem ?  Desem de peki  "Neden yolunda gitmeyen adam ?"

   Günler, aylar, yıllar önce kendi halinde nahif bir çocukken hayattan beklentileri standart bir çocukken-tabii çocuktan kasıt lise yılları falan- hayata daha iyimser, tabiricaizse toz pembe gözlüklerle bakarken....
Neyse görüntümüz flulaşsın, biz de geçmişe dönelim, bi 10 yıl öncesine...
   Derken....
   Bende ki fiziksel değişim devam ediyordu; bir taraftan kıllanma, bi taraftan boy atma-gerçi öle bi boya sahip değilim de- ses tellerinin kalınlaşması, komplekslere girme-başta burun kompleksim,sonra yok oldu, o kadar da büyük değilmiş- aynalara bakma, uzun uzun kızlara yazma, kısa kısa reddedilmeler derken ergenliğim fiziksel değişim, komplekslerim ve reddedilmelerim üçgeninde yürüyordu..

   Derken....
   Dış dünya böyle değildi, Amerika önce Afganistan'a sonra da Irak'a saldırmış; kanlı bir savaşı günmübirlik canlı yayınlarla izliyorduk.
   İçerde ise bir ekonomik buhran belirdi-2001 krizi- sonrasında da  iktidar değişimi. Yılların alışkın olduğu çok partili koalisyonlarının yerini artık  mağdur olduğunu iddia eden  bir "tek" parti iktidarı alıyordu.
   Ve belli bir yaşamın dayatılmasından korkulan kitleler de seslerini yükseltmeye başlıyordu.
  Ülke kimi çevrelerce günden güne demokratikleşirken-yetmeyip "ileri demokrasi"ye geçerken-kimi çevrelerce de baskıcı tek parti rejimine doğru ilerlemekteydi.

   Ammavelakin peki ya insanlar bizdeki gelişmeler neydi de , n'oldu ?
   Önce işte heyecanlı, girişken atak bi çocuktum her konuda konuşabilecek kadar da geveze-cahilli işte- derken bu hızlı zamanlar aylarca çalışıp  üniversiteyi kazanmamla da devam etti.
Ama hafif bir boşluk etkisi yapmıştı, üniversite; hissediyordum ki normaldi de orta gelirli bir ailenin çocuğu okumaktan başka ne yapabilirdi ki ?
   Derken...
   Bu üniversitenin hemen başında, o güzel kızı gördüm; görüşmeler, buluşmalar derken bi anda elele gezerken buldum kendimi. Lise yıllarının kompleksli, kızların pek fazla yüz vermediği ergeninden nerdeyse abla diyeceğim kızların yan gözle bakmaya başlamasıyla büyüdüğünü hissetmiş saçlarını da uzatmış,tipi de fena sayılmayan delikanlıya doğru yol alıyordum.
   Bu kızda sinsice içimde yolalıyordu. Gel zaman git zaman yaşanan-çoğu zaman tek taraflı-acılardan sonra ayrıldık. Her yiğit delikanlı gibi alkolizmaya sarıldık, içip içip unutuyorduk, unutamadığımz zamanlarda da telefona sarılıyorduk.
   Neyse bu 18-19 yaş üniversiteli çocuk buhranını da atlattıktan sonra acılar dindikten sonra ruhum kalınlaşıp sertleşti adeta. Kimse sevilmez oldu tarafımdan; "herkessiz"  yaşayabilirliğime olan inancım beni yalnız bir adam yaptı. Artık klasik "tek gece adamı" oldum. Nasıl olsa  tek başıma da yaşardım.
 İşte bu düşünce uzun yıllar egemen oldu.Hala da kısmen egemen. Daha sonra geç kalmış bi şekilde kitaplara sarıldım-eskiden de okurdum da- haftada 2,3 kirişi kırdığım zamanlarda 5 kitap okuyordum ve varlığımdan utanıyordum nasıl da cahilmişim diye-yıllar sonra okumaktan pişman olacağımı bilmeden.

   Derken....
   Üniversite de bitiyordu, sistem düşmanı okulun ve derslerin anlamsız olduğunu düşünen  kitapların gerçekliğine inanan bir adamdım  artık.
   Sevgiye de muhtaç değildim, nasıl olsa kimse olmadan da yaşayabilirdim.
   Üniversite bitti çok geçmedi çalışma hayatına atıldım. İlk başlarda sıkılsam da  sonra alıştım, sevdim. Herkes eğitimliydi.. Askere gittim kısa dönem olarak 5 ay 5 günü çok zor geçirdim. Çoğunluğu eğitimsiz çocukları anladım, sevdim hatta; ama üniversite bitirmiş boş adamları anlayamadım. Uzun dönem çocukların bile şaşırıp "Bu, nasıl üniversite bitirmiş, dediği insanlardı." diğer arkadaşlar. Neticede yalnız ve sıkıntılı zamanlardı, askerlik zamanları. Uzun geçmek bilmeyen nöbetler ve olmayan özgürlük beni çok olgunlaştırıp bana çok şey öğretti: Elleri cebinde gezmenin, rahat rahat sigara içmenin, deliksiz uyku uymanın, yatağı dağınık bırakmanın, tabaktan yemek yemenin, halıya basmanın özgürlüğünü öğrendim.
   Ana izlekte ise küçük şeylerle mutlu olmayı öğrendim.
   Askerdeyken bana her türlü desteği veren, sevgisini esirgemeyen, bi daha zor bulabileceğim bir sevgiliyi mutlu edemem, diyerek terk ettim. Ondan özür diliyorum tekrar....
   Ve çok okudukça insanlardan ayrıldım, daha az konuşur, oldum; kendimce aydın-toplum çatışmasına girdim. Keşke az okuyup gündelik yaşayaydım dedim; geri kalmış ülkemin haberlerini bile izlemez oldum.
   Ve hayata kaldığım yerden devam ediyorum askerden sonraki 2 yıldır da çok bi şey değişmedi işte . araba aldım falan filan maddi değişimler işte sadece...
   Ama artık sevgiye ve sevilmeye muhtaçlığımı da anlıyorum. Bazen bir çocukmuşcasına başımın okşanmasını istiyorum, bazen öpülmeyi; bazen de öpmeyi işte bütün mesele bu öylesine yalnızlıktan kurtulma isteği ama kimle?

....işte bir 10 yılın kısa özeti bu bende
yolunda giden çocuktan nasıl oldu da
"yolunda gitmeyen adam" oldum benin cevabı...................................

26 Haziran 2012 Salı

CAHİT SITKI ve ÖLÜM DUYGUSU


       2 Ekim 1910'da Diyarbakır' da dindar ve köklü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.İlköğreniminin ardından orta öğrenim için İstanbul'a gönderildi. Galatasaray Lisesini bitirdi.
Mülkiye mektebini bitirdikten sonra eğitim için Fransa'ya gitti. Öğrenimi sırasında Paris Radyosunda Türkçe yayınların sunuculuğunu yaptı. 2. Dünya Savaşı çıktıktan sonra yurda döndü. Anadolu Ajansı, TMO gibi devlet kuruluşlarında çalıştı.
       1954 yılında felç geçirdi yatalak oldu. Tedavisi için Viyana'ya götürüldü.1956 yılında Viyana'da vefat etti. Ankara'da toprağa verildi.
       Şairin önemli kitapları arasında "Otuzbeş Yaş", "Ömrümde Sükut", "Düşten Güzel" ve "Ziya'ya Mektuplar" vardır.
       "Otuz Beş Yaş" şiiri ile 1946 Cumhuriyet Halk Partisi Şiir Yarışması ödülünü kazanmıştır. 

       "Otuz Beş Yaş şairi" olarak tanınan  Cahit Sıtkı bohem bir hayat sürmüştür. Hayatında mülkiye yıllarında tanıştığı alkolü kendine yakın bi arkadaş olarak görmüştür. Hatta ailesiyle tartışıp içtiği zamanlarda pansiyonda kalmıştır. İş yerinden arkadaşı Cavidan Hanımla 1951 yılında yaptığı evlilik hayatına belli bir düzen getirmiştir; ancak zaman kısalmıştır artık Cahit Sıtkı için. Eksilmesin, dediği gün  adım adım eksilmektedir, şairin penceresinden.
       Şiiri  “Kelimeler ile güzel şekiller kurma sanatıdır.” olarak tanımlayan şair yakın sembollerle iletmek istediğini hem okura aktarmış hem de imgesel anlatımıyla "sanat için sanat" ilkesine bağlı kalmıştır. Bu ilkenin diğer temsilcilerine göre oldukça açık ve anlaşılırdır şair. 
      Şiirinde içe kapanıktır, bireycidir. Sosyal sorunlarla ilgilenmez. Şiiri ders verme, propoganda yapma aracı olarak görmez. Zaten bohemdir, sorunu kendisiyledir; yalnızdır, sevgisizdir,bunun sebebinin zaman zaman çirkinliği olduğunu da düşünür. Hayatın en büyük trajedisi olan ölüm vardır yakınında derin bir boşluk ve mutsuzluk içindeedir; işte bu yüzden şair hep çocukluğuna da özlem duyar. Özlemden çok çocukluğun sorunsuzluğuna özlem duyar. şiirinin en temel izleğinde  her zaman "ölüm" vardır. En güzel, en mutlu başlayan şiirleri bile bu duyguyla sona erer. 
       Başlangıcı itibarıyla bir ilanıaşk şiiri sayılabilecek "Desem ki" de şair mutlu başladığı şiiri ölümle tamamlar.


DESEM Kİ

Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,                      
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.

Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
.............
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
 
Mutluluk ölüme bağlanmaz her zaman bazen de açık bir yakarış vardır. İnsanın zaman 
ve ölüm karşısındaki acizliğini anlatır şair, dünyanın tüm kötülüklerinin kabul eder 
"her mihnet" derken ve yalvarır: 

GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN
 
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!

Ve gün eksilir şairin pencereseinden, yalvarması yakarması boşunadır artık ölümkorkunçtur, gökkubbeyi siyaha çevirecek kadar:

KORKTUĞUM ŞEY

Gün çekildi pencerelerden;
Aynalar baştan başa tenha.
Ses gelmez oldu bahçelerden;
Gök kubbesi döndü siyaha.

 ...................

Şair ölümü bir kurtarıcı olarak da görmüştür. Geldiği bu hayattan pişmandır, mutsuzdur:

ÖLÜM
Ne vefasiz geçmisten hayir var,
Ne gelecekler imdada kosar,
Çoktandir tekneyi aldi sular;
Çoktandir ümitler sende ölüm.


   Bir aşk şiirinin ölüme bağlanışı gibi vatan şiiri bile- ki dönem Anadolu dönemidir- ölümle sonlanabilir Cahit Sıtkı'da : 

 MEMLEKET İSTERİM
 
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
..............
 
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.

 Memleketini düşünen bir adamdan bu seferde ölümden çocukça kaçan kendince bahaneler bulan bir adama dönüşür şair.İsyan eder, baş kaldırır ölüme. Dünyanın bütün güzelliklerini, nimetlerini hiç düşünmeden sayar ve ölümü-korkusunu- bir basitliğe indirger ve der ki :

 Nedir ki eninde sonunda ölüm?
Ayrı düşmek değil mi aşinalardan?

BEN ÖLECEK ADAM DEĞİLİM

Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam;
Ben ölecek adam değilim.

Alıştım bir kere gökyüzüne;
Bunca yıllık yoldaşımdır bulutlar.
Sıkılırım,
Kuşlar cıvıldamasa dallarında,
Yemişlerine doymadığım ağaçların,
Yağmur mu yağıyor,
Güneş mi var,
Farketmeliyim
Baktığım pencereden.
Deniz görünmeli çıksam balkona.
Tamamlamalı manzarayı
...........................

Ellerim ne der sonra bana?
Soğumuş kalbime ne cevap veririm?
Utanmaz mıyım ayaklarımdan?

Kalkmalıyım,
Dolaşmalıyım,
Sokaklarda, parklarda.
El sallamalıyım
Giden trenlere,
Kalkan vapurlara.
Bilmeliyim,
Gölgelerin boyundan,
Saatin kaç olduğunu...
Islık çalmalıyım.
Türkü söylemeliyim
Yol boyunca,
Keyfimden ya hüznümden.
Geçmiş günleri hatırlamalıyım,
Dalıp dalıp akarsuya,
Hayaller kurmalıyım,
Güzel geleceğe dair.
Yanımdan geçenler olmalı,
Selâm almalıyım;
Robenson'u düşünmeliyim,
Garipliğini:
Şükretmeliyim
İnsanlar arasında olduğuma.
Nedir ki eninde sonunda ölüm?
Ayrı düşmek değil mi aşinalardan?

Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam;
Ben ölecek adam değilim.



 Hep "Otuz Beş Yaş"tadır akıllar ve "Dante gibi ortasındayız ömrün" dizesinin "orta " kısmını alır ve bakkal hesabı yapar ve cehalet dolu biçimde şairin 70 yaşında ölmeyi hayal ettiğini düşünürüz. 
Biraz bilgi sahibi olup 46 yaşında öldüğünü öğrenirsek de kabaca bir gülücük atarız; oysa "Dante" kısmıyla hiç ilgilenmeyiz; kimdir, nedir, neyin nesidir, diye. 
  Dante'nin "İlahi Komedya"sında atıfta bulunduğu İncil'den bihaberizdir tabii.
 Oysa yaşamak acıdır, hele ki ölümü bile bile yaşamak şaire göre. Şairde bu yüzden Orhan Veli'nin 36 yaşındaki ölümüne "vakitli" diyerek atıfta bulunmakta ve gerçek düşüncesini ortaya koymaktadır.

KORKUNÇ ŞEY

Bu el titremesi kadeh tutarken
Bu yaşta nasıl koyuyor insana
Orhan gibi vaktinde gitmek varken
Değer mi oyalanmana

Rakıdan tütünden beter alışık

Olduğumuz korkunç güzel bir şey var
Tutmuş bırakmaz bizi bir sıkımlık
Canımız çıkana kadar



"Korkunç"tur, "korkulu"dur; bir bilinmeyen, belirsizlik olarak "şey"dir ölüm. Siyahtır, trajiktir ama eninde sonunda da gelecektir. Şair bunu da kabul eder baş yapıtında, şakaklarına kar yağdırır, çizgili yüzüne alışır,  mora halkalara alışır, aynaların düşmanlığına alışır; "cevher" diye bahsettiği yaşama sevincinin yitişine alışır,  havada dönüp duran  kuşları sorarak da ölümün yaklaştığını anlatmakta 
sonunda da, "Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?" diyerek ölümü kabullenmiştir.
Türk şiirinin zirvesinde yer lan bir başyapıt:


OTUZ BEŞ YAŞ ŞİİRİ
 
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıtkı TARANCI 



Ölmek varsa günün birinde gayri,
Göz nuru, el emeği, alın teri
Yaşadığım iyi kötü günleri
Değişmem hiçbir cennet masalına. 
 


       

10 Haziran 2012 Pazar

ABDURRAHİM KARAKOÇ'A VEDA

   

      "Ebedî kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine 1932 yılında dünyaya gelmişim. Çocukluğum şöyle-böyle geçti. Kıt imkanlara, Kıtlık yıllarına rağmen hala o günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam, "Özlenecek neresi var ? " diyebilirler; ama ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım; zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıstım.
Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler."
  
      Böyle anlatmıştı şair "Beşinci Mevsim" kitabının arka kapağında yaşamöyküsünü.
Maraş'ta atadan dededen şair bir ailenin içinde dünyaya gelmişti şair. Yokluklar, şiirini her zaman mücadeleci yapmıştı. Hece ölçüsünü çok başarılı kullandı şiirlerinde. 
       Politik duruşu vardı; bir ara politikayı da denedi.son zamanlarda gazete köşesinde yazdığı günlük yazılarda sert eleştirilerde aldı. Koyu muhafazakar bir anlayışa sahipti; fakat sanata bakmak en doğrusu her zaman.
      Asıl hazzı ise efsane şiir, şarkı, türkü; Karac'oğlan'ın  "Elif"ine modern bir alternatif olarak "Mihriban" ile bıraktı.
      Lambada titreyen alevi üşüten, tabiblerde yarasına ilaç bulamayan, her nesnenin bir bitimi olduğunu anlatıp aşka sonsuz anlam yükledi.
    
       Ve aramızdan ayrıldı, Mihriban'ı bize bırakarak ve bu güzel vasiyeti bırakarak.

       "Memleketimizin her yeri aynı. Orası da Müslüman toprağı burası da. Onun için ben nerede ölürsem oraya defnedin demişti. 'Biz sanatçı değiliz, milletvekili değiliz, onun için arkamdan alkış vesaire istemiyorum." 



Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın,çözülmüyor mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor mihriban

Yar,deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor mihriban

Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor mihriban

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut cizilmiyor mihriban

Boşa bağlanmış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım karabahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor mihriban

Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor mihriban                          
                                                                            Abdurrahim KARAKOÇ

2 Haziran 2012 Cumartesi

sessizliğe doğru

sözcükler dökülse de neye yarar ki konuşmak,
konuşsak uzunca anlatsam ki neye yarar. Sana
umutsuzca,
seni anlatsam,
seviyorum, desem; kal, desem; anlatamıyorum, desem;
inan desem.....
sıradanlığa teslim olmak üzereyken,
denesek bir yarım yamalak karanlık gibi.
Uzak ara açılsak kaçsak insanlardan,
kendi gürültümüze baksak.
Uzaklardan bir ses gelse "siz" dese
"kimsiniz, nereye?" dese
sürgünüz, desek;
kendimizden, tutsaklığımızdan, desek.
"eyvallah" dese o zaman, kırçıl sakallarıyla el sallayarak
koşup giderken soluklansak tam da bir eski ağacın altında,
ben, desem nefesim yetmeyerek; sen; sen, desen
kalsak yığılsak oraya; anlatamasak kendimizi, hayallerimizi.
Neden, niye ve nereye kaçtığımızı,
sorgulamalardan kurtulsak atsak zihnimizi gerçeklerden,
bizden başkasını düşünmeden, kimseleri düşünmeden
uzansak öylece yanyana;
ölümü hissetsek, ölümden sonraki ayrılığı da düşünmeden.
İnsanların ayırmamalarını dilesek ya da
bir taşa, bir ağaca, kazısak bunu ki
bizi bulunca anlasalar dileğimizi.
oysa şimdi yükselip de kendimize bakmadan önce son kez
uzanalım şöyle soluklanalım desem;
ama yetmese soluğumuz kalsak;
gözlerimizde kalsak
ben sende kalsam
sen kolllarımda kalsan
ağır ağır karışmaya başlasak sonsuzluğun bir yerinden birbirmize
ve
hiç ayrılmasak.....
yani biz istemeyiz de bu
bizim cennetimizde  olmayan yitik insanlar ayırmasalar bizi
neyse bırakalım da bizden sonrasını uzanalım sessizliğe;
zaten uzanmışız, susalım zaten susmuşuz
o zaman, o zaman, o zaman
hişşşşşttt sesssizlikkk
ağır, derin ve sonsuz sessizlikkkk
                                                                        "bir gece yarısı şiiri"-tan

1 Haziran 2012 Cuma

BEN SANA MECBURUM.....(KAPTANA SELAM)



BEN SANA MECBURUM 
Ben sana mecburum bilemezsin 
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum 
Büyüdükçe büyüyor gözlerin 
Ben sana mecburum bilemezsin 
İçimi seninle ısıtıyorum. 

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor 
Bu şehir o eski İstanbul mudur 
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor 
Sokak lambaları birden yanıyor 
Kaldırımlarda yağmur kokusu 
Ben sana mecburum sen yoksun. 

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur 
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur 
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan 
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu 
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından 
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman 
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu 

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor 
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor 
Durup köşe başında deliksiz dinlesem 
Sana kullanılmamış bir gök getirsem 
Haftalar ellerimde ufalanıyor 
Ne yapsam  ne tutsam nereye gitsem 
Ben sana mecburum sen yoksun. 

Belki haziran  da mavi benekli çocuksun 
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor 
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden 
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun 
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor 
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin 
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor 
                                                                                       Attila İLHAN
 
 

31 Mayıs 2012 Perşembe

deyişler....


 yalnız parayla da mutlu olabiliriz; çünkü yalnız parasını verdiğimiz şeyler terk etmez bizi: ev, araba, alkol, elbise ve gerekirse kadın.........

30 Mayıs 2012 Çarşamba

AHMET ÜMİT ROMANCILIĞI ve SULTANI ÖLDÜRMEK

 

   Biri, sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız, ama sizi itham eden kişi bizzat kendinizseniz, ne yaparsınız?”
   Roman tam da böyle başlıyor zihinlere bir bomba bırakarak. Okurlarının bildiği o soru işaretini taa en baştan bırakıyor Ahmet Ümit bu sefer, bir kendine güven gösterisi gibi sanki. Artık Ahmet Ümit'in ustalığını gösteren önemli bir ipucu.
   Chicago'da kariyer yapmış, profesör olmuş hırslı bir tarihçi maktule Nüzhet Hanım.
2 satır mektup yazarak terk ettiği Müştak Bey ise köklü bir aileden gelen kariyerini Türkiye'de yapmış tarih profesörü.
   Fakat iç dünyasında Nüzhet'in onu terk etmesinden sonra bu ayrılığa dayanamamış psikolojik sorunları baş göstermiştir. Psikojenig füg hastasıdır Müştak Bey. Zaman zaman son birkaç saati unutturacak bayılmalar geçirten bi rahatsızlıktır bu.
   İlginçtir romanda bu ayrılığın üzerinden 21 yıl geçmiştir ve romanda birçok kez de bu 21 vurgusu yapılır. Acaba diye de akla gelir: Ahmet Ümit bu 21 yıldan acaba Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaşa mı atıfta bulunmaktadır ?
   Romanda, 21 yıl sonra hiçbir şey olmamış gibi arayıp yemeğe davet eden Nüzhet'in evinin önünde hastalığının etkisiyle bayılır Müştak Bey, kendine geldiğinde oradadır. Nüzhet'in evine çıkar,kapı açıktır,sevdiği kadının boynunda kendisinde de olan mektup açacağı vardır. Şoka girer,kendini bilmez yalınayak sokaklarda dolaşır. Kendisinin katil olduğuna inanmaktadır. Ve bundan sonra Müştak Bey'in iç seslerini duyarız sıkça. Cesaret isteyen bu teknikte monologlar bizi sürükler. Monologların bu akıcılıkta olması ise yine yazarın romancılık başarısıdır. Teyze kızı Şaziye'nin psikolog olarak var olması da Müştak Bey'e yardım konusunda önemlidir.
   Zaman zaman tarihi olaylardan bahseder yazar Osmanlının klasik çağıyla ilgili olarak. Bunu da hem Müştak'ın hem Nüzhet'in tarihçi olmasıyla bağlamış  yazar; ama  yetinmemiş daha da ayrıntıya girip Nüzhet'in evindeki Freud'un "Baba Katilliği"nden yola çıkar ve Nüzhet'in son çalışmasının Fatih'in baba katili olup olmadığı konusu  üzerinde durur. Bu sağlam kurguyla da romana Fatih, II. Murat, Çandarlı, Zağanos, Konstantin, Notaras gibi tarihi kişilikler girer.
    Roman böyle sürerken yazar bizi şaşırtır. Olayı soruşturma görevi tanıdık bir yüzdedir: Komiser Nevzat ve yardımcıları...
    İşte burada yine  yazarın ustalığına ve büyüklüğüne bi kez daha hayranlık duyarız. Çünkü bazı romanlarının başkahramanı olan Komiser Nevzat, bu sefer  yazarın bir diğer başkahramanı Tarih Profesörü Müştak Bey tarafından değerlendirilir, gözlemlenir.
    Bu sırada şüphelilerden biri de Nüzhet Hanım'ın akrabası olan Sezgin'in üzerindedir.Nedeni de maddi durumu bozuk olan Sezgin'in Nüzhet'in de varisi bulunduğu apartmanı satmak istemesidir.
    Şaziye'nin  Nüzhet'le görüştüğünü öğrenenmesiyle Müştak Bey için Şaziye'de şüpheliler listesine girer; ancak yine alışkın olduğumuz farklı son yine gerçekleşir ve yazarın şaşırtmacasıyla karşılaşırız; hem de artık Müştak'ın katil olduğuna hepimiz inanmışken hatta Müştak Bey valizini toplayıp polise teslim olmaya gitmişken Emniyet'te şaşırtan sürprizi öğreniriz.
    Bu romanda yazar yine hep söylediği gibi-ağır ideolojik kimliğinden sıyrılmış-insanı anlatmıştır.
Müştak'ın menekşe kokusunda Nüzhet'i hatırlaması-aradan geçen 21 yıla rağmen-belki de en güzel ayrıntılardan birisi olabilir, yazarın insanı anlatmasına dair.


   
 YAZAR:
    Yine bu roman Ahmet Ümit'in 96'dan beri "Sis ve Gece" ile süregelen romancılığında 16. yılında "olgunluk" eseri diyebileceğimiz bir eser vermiştir Eğer romancılığa devam eder de 10 yıllar sonra bunları sınıflandırma çabasına girersek "Sultanı Öldürmek" öldürmek bi dönüm noktası olacaktır.
    Konu Osmanlıyken bizde aynı yoldan gidersek yazarın şimdiye kadar ki yazdıkları "Kuruluş Dönemi" eserleri, "Sultanı Öldürmek" romanı ise "Yükseliş Dönemi" eseridir.
    Fakat yazarın yaşamı boyunca "yükseliş"te kalacağına inancım da tamdır.
   "Sultanı Öldürmek" teki ayrıntıcılık, kurgu, başarılı cinayet izleği, yazarın kendine güveni, monologlardaki akıcılık heyecan hepsi çok başarılı.
    Ayrıca bu romanda yazarın cinayet romancılığından biraz daha sıyrılıp psikolojik-gerilim türüne yaklaştığını söyleyebiliriz. Ahmet Ümit'ten bundan sonra daha gerilim dolu romanlar okuyabiliriz; çünkü "Sultanı Öldürmek" romanında sağlam bir gerilim hissediyoruz.
    Türk edebiyatının yaşayan en büyük romancısıdır Ahmet Ümit. Çok titiz çalışarak sağlam bir kaynakçayla yaklaşık 2 yılda yazdığı romanlarını heyecanla ve sabırsızca bekleyeceğiz.
      Son bir haber yazardan: Yeni romanı Osmanlının son dönemi ve Cumhuriyet'in ilk yıllarıyla ilgili olacakmış.

29 Mayıs 2012 Salı

aşk kovalatır...




















Aşk kaçmaktan çok kovalamayı sever,
Görmekten çok özlemeyi,
Dokunmaktan çok düşlemeyi,
Ve aşk öyle haindir ki,
Nerde imkansız varsa onu sever...

                                                                              Özdemir Asaf





7 Mayıs 2012 Pazartesi

SEVMEDEN GEÇER ZAMAN-REDD

Redd ve Şebnem Ferah'tan muhteşem bi düet. Fazla söze, yoruma hiç gerek yokkkk

Yem olmuş duygular faşizmiydi, aşk ! ! !



Sarkıttım isimsiz derin sulara
Bir oltanın ucuna takıp kalbimi
Yem olmuş duygular faşizmiydi aşk
Hep başa sarmıştı küstüğümde hayata
Devretmiş dertler şehrinde
Aynı güne uyanırken
Miş’li geçmiş çöker üstüme
İstesem de bugünü hiç yaşayamam
Yok ki sonrası durmuşsa zaman
Günün birinde
Bozulmuş kalbim
Çok kırılmadan sevmeden geçer zaman
Unutursun günün birinde
Bir yabancıyla uyanırken
Miş’li dersin geçer üzülme
İstesem de dünü yaşatamam
Yok ki sonrası durmuşsa zaman
Günün birinde...........................
Bozulmuş kalbim
Çok kırılmadan sevmeden geçer zaman


5 Mayıs 2012 Cumartesi

HAYAT KAÇIK BİR UYKUDUR-REDD

                                                                Noxx Stage-Bornova/İzmir


  Geçen cumartesi canlı performasnlarına şahit olduktan sonra-ki muhteşemdi-canlı performanslarında da haber verdikleri gibi albümleri de birkaç gün sonra çıkınca ayrı bi mutlu oldum.
  
 Sahne performansları gerçekten çok iyiydi. Nefes Bile Almadan'ı beklerken duygusal şarkılarında Her Neyse ile vurdular asıl damgayı ve  adeta kopardılar bizi somut alemden. Tabii "Nefes Bile Almadan, Prensesin Uykusuyum, Falan Filan, Dünya, Hala Aşk Var mı? " gibi kült şarkılar ve gitar sololarıyla da sahnede fark yarattılar.
  Afyon'da-daha doğrusu Afyon sınırında-yaptıkları eylemde takdire şayandı.
  Yeni albümleri ise yine oldukça başarılı."Hayat Kaçık Bir Uykudur" güzel bi isim. Çünkü "Plastik Çiçekler ve Böcekler" albümünün adına hayran olduktan sonra özgün albüm isimleri de haliyle de bekleniyor Redd'den 
   Kaset deyimiyle B yüzü şarkıları yani ikinci kısımdaki şarkıları daha çok beğendim: "Sevmeden Geçer Zaman (muhteşem bi Şebnem Ferah düeti gelmiş, şimdiden külttür benim için.), Iskaladık Birbirimizi, Aşık Oldum Celladıma, Beni Sevdi Benden Çok,Senden Sonra,Yolunda Gitmeyen Adam" şarkıları en beğendiklerim.

                                       
Yaptığı müzikle duruşuyla farklı bi yerde olan, alternatif rockun en iyilerinden  Redd'e sonsuz başarılar bu albümlerinde.:)))


  .......................
Teslim olmuşlar korkudan karanlığa
Uyur gezer derler bana inanmam rüyalara
Bir varmış bir yokmuş düştü bütün başlar
Benden hiç bahsetmez ki o masallar
Kimse sevmez
Uykum kaçar
Üstümü örten annem değil
Üzgünüm başkan ben olamam elçi

GÖLGENİ YEDEK BIRAK ARDINDA

aşk tesadüfleri sever
kader ayrılıkları
yıllar geçmeyi sever
insan aramayı

güller açmayı sever
zaman soldurmayı
eller birleşmeyi sever
yollar ayrılmayı

herkes geçmişi öder
bir yol ayrımında
başlamak istersen
yeni bir hayata
gölgeni yedek
bırak ardında

hayat tekrarları sever
yeniden başlamayı
kuşlar dalları sever
kanatlarsa uçmayı

herkes geçmişi öder
bir yol ayrımında
başlamak istersen
yeni bir hayata
gölgeni yedek
bırak ardında
                                                                              
                                                                                       MURATHAN MUNGAN

22 Nisan 2012 Pazar

Elma Isırığı

   Belki bu dünyada yanar insan, bu dünyada yanıp cezasını çekip ahrette mutlu olacaktır. Mümkün müdür ?
Tanrı görür muhakkak izler ve acır, der ki:  "Bu dünyada çekti cezasını, artık öbür dünyada çekmesine gerek yok."  Olamaz mı, Tanrı'nın merhameti bol değil miydi zaten ?
   Yokluğa inanmaya onunla başlamadık mı, ilk inandığımız o değil miydi ? Sonrasında da bütün boşluklarda onun varlığını aramadık mı ? Her acıya ondan sürüp bi parça kesmedik mi sancıları ? Gördüğümüz rüyaları ondan bi işaret saymadık mı ? Umudun eş anlamlısı kabul etmedik mi ? Sendendir demedik mi geleni de gideni de ? Her işe  adını  anıp başlamadık mı ?
   Niye o zaman bunca acı, hüzün, keder ?
   Irmakların altından aktığı billur köşklerin, tuba ağaçlarının, hurilerin, huzurun, hoşgörünün, sevginin  olduğu yerdeyse vaadedilen o güzel cennet;
   Al bizi de yanına kanalım sana.Senden geldik zaten sana dönelim. Huzura, hoşgörüye, sevgiye kavuşalım da en başta Sana kavuşalım. Bitsin bu "bir elma ısırığı"nın asırlardır süren cezası.

Emre Aydın-Soğuk Odalar




 


Durdu zamanım bir şey diyemedim
Gitmek istedin ve gittin
Aynı gökyüzünde, ayrıydı güneşin
Söyle bari, iyi misin?

Burası soğuk, soğuk odalar
Yoksun neye yarar örtünsem kat kat yorganlar aman
Soğuk, soğuk olanlar
Vurdum dibe kadar halimden yalnız uyuyanlar anlar