14 Kasım 2014 Cuma

ÖLÜMÜN EN GÜZEL HALİ



Evelyn McHale....
 Nişanlısına iyi bir eş olamayacağını düşündüğü için Empire State binasının 86. katına çıktı. Günlüğüne de ''Ailemin içinden veya dışından hiç kimsenin hiçbir parçamı görmesini istemiyorum. Lütfen bedenimi yakarak yok edin, size ve aileme yalvarıyorum, benim için tören veya anma düzenlemeyin. Nişanlım haziran'da evlenmeyi teklif etti. Ben kimse için iyi bir eş olabileceğimi düşünmüyorum. o benden çok daha iyi birisi. babama söyleyin annemle çok fazla ortak yönümüz var.'' yazdı. ceketini Empire State'in 86. katındaki parmaklıklara astı, ailesinin fotoğrafı olan cüzdanını yere bıraktı. Nişanlısının aldığı kolyeyi avucunun içine aldı ve kendisini sonsuz boşluğa bıraktı..
 23 yaşındaki bu güzeller güzeli kızın kuşkusuz dünya döndükçe yaşayacak olan bu fotoğrafı, Evelyn'in intiharından dört dakika sonra oradan geçmekte olan Robert Wiles tarafından 1947 yılının 1 Mayıs günü çekildi.
 Ölümü bu kadar güzelleştiren başka bir fotoğraf yoktur sanırım yeryüzünde. Uykuda sanki Evelyn. Huzurlu, artık kurtulmuş dünyanın ağırlığından olabildiğince. Ölümün en güzel halini Evelyn bıraktı bize. Bacak bacak üstüne atmış, keyfini sürüyor sonsuzluğun. Işıklar içinde yat Evelyn...

YAŞAMAK  

Kimi eskidiği için yaşar
Kimi yaşadıkça eskir.
Ne tohumda keramet
Ne toprakta
Ne başakta
Marifet yaşamakta.

Bedri Rahmi Eyüboğlu





BİR GARİP: ORHAN VELİ

1914-1950
Bekliyorum
öyle bir havada gel ki
vazgeçmek mümkün olmasın...
 Türk edebiyatında erken ölümüne üzüldüğüm iki sanatçı vardır: 41 yaşında Yıldız Dağları'nda öldürülen Sabahattin Ali ve 36 yaşında ölen şair Orhan Veli.
Halbuki bir güzel nisan sabahı dünyaya gelmişti Orhan Veli. Ölümlerin çağı 20. yüzyılda ölümü hak eden o değildi. Hele ki belediyenin açtığı çukura düşerek ölmek. Hele ki sade ve sadece 36 yaşında.
 Kurduğu akım gibi garip ve gariban geçti bu dünyadan; ancak kurduğu akım asırlara dayanan geleneği yıktı, paramparça etti, yepyeni bir çığır açtı.
 Bu yıl yakın arkadaşı Oktay Rifat ile birlikte doğumlarının 100. yılı olması nedeniyle bir şeyler karalamayı düşünüyordum; ancak ölüm yıl dönümü de denk gelince içim bi "garip" oldu yazmak istedim.
 1914'te İstanbul'da doğdu; ancak daha sonra babası Adnan Veli'nin işi sebebiyle Ankara'ya taşındılar. 7. sınıfta Oktay Rifat ile bundan birkaç yıl sonra da Melih Cevdet ile tanıştı. Lisedeki edebiyat öğretmenleri de Ahmet Hamdi Tanpınar olunca lise yıllarında "Sesimiz" dergisini çıkardı. Biyografik şiiri "Ben Orhan Veli" de şöyle anlatır kendisini:
Ben Orhan Veli
Ben Orhan Veli
1914'te doğdum.
1 yaşında kurbağadan korktum.
9 yaşında okumaya,
10 yaşında yazmaya merak sardım.
13'te oktay rıfat'ı,
16'da melih cevdet'i tanıdım.
17 yaşında bara gittim.
18'de rakıya başladım.
19'dan sonra avarelik devrim başlar.
20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim.
25'te başımdan bir otomobil kazası geçti.
çok aşık oldum.
hiç evlenmedim.
...
 1932'de İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümüne kaydoldu; ancak okulu yarım bıraktı. Ankara'da PTT'de ve MEB'de tercüme bürosunda çalıştı. 1946'da istifa etti. 1949-50 yılları arasında maddi sıkıntılar içinde hatta paltosunu bile satarak "Yaprak" dergisini 28 sayı çıkarabildi.1950'de 12 Kasım'da Ankara'da belediyenin açtığı kuyuya düştü. Hafif yaralandı; beyin kanaması geçirdiği anlaşılamadı ve 14 Kasım akşamı girdiği komadan çıkamayarak hayata veda etti Orhan Veli.
 Veli şiirde 1941 yılında yayımladığı Garip'in ön sözünde şiirin semboller ve simgeler sanatı yerine basit yalın anlaşılır ve halktan yana olmasını arzuluyordu. Hatta bu sebeble A. Haşim'in meşhur dizesi "Göllerde bir dem kamış olsam."a yazdığı "Rakı şişesinde balık olsam." dizesiyle geleneği yıkmak için sert adımlar atıyordu. Ancak daha büyük tartışmaların da odak noktasını oluşturmuştu.
 Özellikle İslamiyet sonrasında divan şiirimizin neredeyse benzer konuların tekrarı ve yüce kişiler olan padişah ve sadrazamları övme geleneğine ise "Yazık oldu Süleyman Efendiye" mısrası ile isyan bayrağı açtı. Kimi gelenekçiler tarafından şiir bile sayılmayan bu dize kimileri içinse Türk şiirinin en güzel dizesi idi.Hatta Akbaba dergisinde Y. Ziya ORTAÇ bu dizenin bir rezillik olduğunu ve bunu yapanların suratına tükürülmesi gerektiğini yazmıştır.
  Kişisel görüşüm Nazım Hikmet'in 1928'de "Resimli Ay" dergisiyle başlattığı "Putları Yıkıyoruz" ve 1941'de Orhan Veli ve arkadaşlarının yayımladığı "Garip" kitabı ve ön sözü, geleneğe karşı yapılmış en büyük baş kaldırıydı. (Ancak burada bir açıklama yapalım Garip akımı Nazım Hikmet'in başını çektiği toplumcu-gerçekçi şiire de karşıydı.)
 Lise yıllarında aruzla yazan daha sonra milli ölçümüz hece ölçüsü dahil tüm ölçüleri reddeden ve serbest ölçüyü savunan yazar hayatının son birkaç yılında halk şiirine yaklaşmış; Garip'in ilk dönemlerinde yazdığı bazı şiirlerini de eleştirmiş, hatta hece ölçüsü kullanmaya başlamıştır. Bu değişimini de “Onları beş sene önce yazmıştım. Beş sene sonra da aynı şeyleri söyleyecek olduktan sonra neden yaşadım.” diyerek açıklamıştır.  
 Çok erken aramızdan ayrıldı; yine 100 yaşında olsaydı ancak rakamlar tersine çevrilebilseydi de 64 yıl yaşayıp ölümünün üzerinden 34 yıl geçmiş olsaydı. Nur içinde yat bir garip Orhan Veli.

Şiirlerinden Seçmeler: 

Kitabe-i Seng-i Mezar

I

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi'ye.

II

Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duysalar öldüğünü alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.

III

Tüfeğini deppoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir ruzigar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısıyla:
"Ölüm Allah'ın emri,
"Ayrılık olmasaydı."
 
Bedava

Bedava yasıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dişi,
Sınamaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yasıyoruz, bedava. 

 Delikli Şiir

Cep delik cepken delik
Yen delik kaftan delik
Don delik mintan delik
Kevgir misin be kardeşlik

Yalnızlık Şiiri

Bilmezler yalnız yasamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler. 

 Cımbızlı Şiir

Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya! 

İstanbul Türküsü

İstanbul’da Boğaziçi’nde
Bir fakir Orhan Veliyim,
Eli’nin oğluyum,
Tarifsiz kederler içinde.
Rumeli Hisarı’na oturmuşum;
Oturmuşta bir türkü tutturmuşum:

`İstanbul’un mermer taşları;
Basıma da konuyor aman martı kuşları;
Gözlerimden boşanır hicran yaşları;
Edalım
Senin yüzünden bu halim.``İstanbul’un orta yeri sinema;
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama;
El konuşur, sevişirmiş; bana ne?
Sevdalım
Boynuna vebalim!`

İstanbul’da Boğaziçi’nde
Bir fakir Orhan Veli;
Eli’nin oğlu;
Tarifsiz kederler içindeyim.

Garip Öncesi Eski Biçimli Bir Şiiri:

UZUN BİR ISTIRABIN SONUNDA
VE BİR SAADET ANINDA GELECEK ÖLÜMÜN TÜRKÜSÜ

Bir sahile varacak günlerimiz ..
Günler ki nâmütenahi ıstırap.
Kalmayacak bugünkü hasta, harap
Yüzlerde bahtın karanlığında bir iz.

Şekillenecek ruhu çeken kutup:
Sevmek kadar tatlı, yaşamak kadar
Kısa bir ânın ötesinde bahar.
İşte o dem ki bir ömrü unutup

Açacağız nurdan kapılarını
Bugün vadedilen cennetimizin.
En güzel, en son memleketimizin
Bulacağız ışıktan pınarını.

Gün vuracak baktığımız her yüze
Ve kızlar, kucaklarında çiçekler,
Ebedî baharı getirecekler
Bu yeniden başlayan ömrümüze. 


Ben Orhan Veli1914’te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 2 yaşında gurbete çıktım.7’sinde mektebe başladım9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rıfat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18’de rakıya başladım ve şarkı söylemesini çok sevdim. 19 yaşında sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok aşık oldum, hiç evlenmedim.Ben Orhan Veli…Ben Orhan Veli"Yazık oldu Süleyman Efendiye"Mısra-i meşhurunun mübdii..Duydum ki merak ediyormuşsunuz,Hususi hayatımı,Anlatayım:Evvela adamım, yaniSirk hayvanı falan değilim.Burnum var, kulağım var,Pek biçimli olmamakla beraber.Bir evde otururum,Bir işte çalışırım.Ne başımda bulut gezdiririm,Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.Ne İngiliz kralı kadarMütevaziyim,Ne de Celâl Bayar’ınSabık ahır usağı gibi aristokrat.Ispanağı çok severimPuf böreğine heleBiterimMalda mülkte gözüm yoktur.Vallahi yoktur.Oktay Rıfat’la Melih Cevdet’tirEn yakın arkadaşlarım.Bir de sevgilim vardır pek muteber;İsmini söyleyememEdebiyat tarihçisi bulsun.Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,Meşgul olmadığım ehemmiyetsizSadece yazarlar arasındadır.Ne bileyim,Belki daha bin bir huyum vardır.Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya?Onlar da bunlara benzer.Orhan Veli KANIK






                                         

11 Kasım 2014 Salı

DELİKANLI - BİRSEN TEZER

Kafam bozuk
Gönlüm soluk
Dilim donuk
Bu dümende..

Saçım ağarır
Yaşım bağırır
Yaşam daralır
Bu dümende..

Aşkı için ölecek,
Nerde kaldı öyle yürek!
Delikanlı yoruldu.
Bir o yana bir bu yana, sararıp soldu.

Hakkım kalır
Helal bağırır

Nazım çalınır
Bu dümende..

Saçım ağarır
Yaşım bağırır
Yaşam daralır
Bu dümende..

Aklı selim bahaneler
Daha ne durur haneler?
Delikanlı yoruldu
Bir o yana bir bu yana; sararıp soldu.

Kafam bozuk
Gönlüm soluk
Dilim donuk
Bu dümende..

10 Kasım 2014 Pazartesi

ANIYORUZ...ARIYORUZ...


  Geçen 76 yılda seni değil unutmak, her geçen yıl sana ve düşüncelerine bağlılığımız gitgide artıyor. "Ümidim." dediğin gençliğin senin izinde Ata'm. Seni unutturmaya çalışanlar, sana düşmanlık etmeye çalışanlar olsa da en güzel cevabı milletin veriyor, her yıl milyonlar olup Anıtkabir'e akarak.
  Oysa yetim Mustafa'ydın sen, zor şartlarda yetiştin. Cepheden cepheye koştun; Trablusgarb'da, Çanakkale'de, Sakarya'da, Kocatepe'de destanlar yazdın. Dünya savaş tarihine geçtin. Devletlülerimiz gibi kuş tüyü yataklarda uyuyamadın. Romatizman, kalp rahatsızlığın vardı. Üç gün üç gece kitap okudun, sadece banyo yaparak. Dünya tarihinde 4000 kitap okuyan başka bir lider var mıdır ?
 20. yüzyıldan düşünceleriyle dünyaya kalan tek lider sensin. Hepsinin heykelleri yıkılırken sen hala güncelsin fikirlerinle. 
 Bir de seni eleştirenler keşke senin okuduğun kitabın dörtte birini okusalar da seni eleştirseler. Diktatötmüşsün pehhh....!!! İstesen istediğin yetkilerle donanıp başvekil olurdun. 15 sene sonra yine sömürge olurduk; ancak sen milletin yönetimi kişilere değil de bir sisteme, bir rejime bağlı olsun istedin. Türklüğün unutulmuş medeni vasfını gün yüzüne çıkardın. Hakaret kelimesi olarak kullanılan Türklüğü aldın devletin adı yaptın. Aklı ve bilimi rehber edinip fikri ve vicdanı hür nesiller yetiştirmek istedin.Ah Ata'm nasıl özlüyoruz seni bir bilsen...Bir gün  kaybolursa resmin yıldırımı, şimşeği alıp da çiziversin ressamlar. Senin yüzün Türklüğün resmidir çünkü.
 Rahat uyu Ata'm "ümidin" izinde.


20 Ekim 2014 Pazartesi

KİMSE BİLMEZ- MEHMET GÜRELİ


Seher yeli eser yirtar etegini gülün
Güle baktikca cirpinir yüreği bülbülün
Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler 
Kopup dallarindan toprak olmadalar her gün

Bu yildizli gökler ne zaman basladi dönmeye
Ne zaman yikilip gidecek bu güzelim kubbe
Aklin yollariyla ölçüp biçemezsin bunu sen
Mantiklarin, kiyaslarin sökmez senin bu işte"
 

Bulut gecti, gözyaşlari kaldi cimende
Gül rengi şarap içilmez mi boyle günde?
Bugün bu çimen bizim, yarin kim bilir kim
Gezecek, bizim toprağin yeşilliğince
 (Mehmet GÜRELİ, bu şarkıyı Ömer HAYYAM'ın üç farklı rübaisinden  alıntı yaparak bestelemiştir.)

18 Ekim 2014 Cumartesi

ALGI

 İtalyan yönetmen Leonardo Dalessandri'nin Türkiye seyahatindeki görüntülerinden oluşan bu video yaklaşık bir hafta on gündür sosyal medyada yer almakta.
 Video, biçimsel olarak oldukça başarılı. Kurgusu çok başarılı. Müzik oldukça etkileyici.
 İçeriğe gelirsek görüntüler maalesef çok kısıtlı. Sürekli olarak tekrarlanan balon görüntüleri, Kapadokya ve Pamukkale gibi turistik birkaç merkezin fotoğrafı, sokak sanatçıları ve camiilerimizden görüntülerle oluşmakta. İnsanlar oldukça esmer. Bir kalabalık ve keşmekeş havası var videoda. Ege ve Karadenizden herhangi bir görüntü yok.
 Yani bakış açısı yine oldukça oryantalist. Batılıların bize hep baktığı gibi. Onların gözünde halen Binbir Gece Masalları'ndaki uçan halıya binen, yılan oynatan esmer kavruk Ortadoğulularız. Bunu değiştirmemiz de çok zor. Aslında tarihsel kökeni çok eski olan, çok geniş bir alana yayılmış Türk kültürünü biraz araştırsalar, salt arabesk kültüre haiz olmadığımızı geniş ve kaynaşmış, hatta farklı kültürleri etkilediğimizi/etkilendiğimizi öğrenseler kültürümüzün sadece arabesk yanına değil; tamamına baksalar eminim yüzyıllardır süregelen Türk algısını belki bir nebze değiştirebiliriz.

ÖLÜ SİRENLER



Gerçekte duymadığım sesler bitti
Öğleye doğru bir gökgürültüsü yalnız
Karıştırdı ortalığı bir süre
Gök akıttı bir parça yağmurunu
Ve deniz kuşları umutsuz
Arıyorken kokularını gölgelerinde
Sıyırdı bir iki bulutu güneş de
Yığılıp kaldı yorgun
Denizin gözbebekleri üstünde.
Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı
Gökgürültüsünü de barındıran içinde
Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden
Tiz bir çıngırağı andıran
Benzeyen zil sesine de
Daha önce unutmuşum gibi denizde
Yankılanıp durdu ara vermeden.
Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk
İki tek ağustosu çarpıştıran
Sızdıran kanını bu yaz gününe
Yaşayan bir mutluluk? Ve işte
kaç yerinden kesilmiş ki ellerim
Bekletip durdu  da acısını bunca yıl
Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme.
Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda
Bilmekti yazgısını ölümünü, gene de
Yıllarca beklemişti kendini
Yeşimden sapı olan bir kılıçla
Bense ne içimi yakan rüzgarı
Ne denizdeki yangını, ne gökgürültüsünü
Duymuş gibi olduğum sesleri de değil
Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca
Bir çürük dişle alnımdaki
İki üç kırışığı yedeğine takmış da.
Özledim ilkelliğimi dalgalarında
Buldum savaşı bitmez derinliklerini
karıştırdıkça bir kargının ucuyla
Gördüm, bekliyordu kendini de o da
Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi
O turuncu ruh, değişken
İzledim onda ilk oluşumu sanki
Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden.
İşledim payıma düşen her görüntüyü
Kamaştı gözlerim kıyıya varınca
Rüzgarın itişiyle kumlarda
Durmadan yer değiştiren
Sayısız siren iskeleti
Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında
Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu
Tarihin onlara bağışladığı
Bu garip raslantıdan
Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi
Kemikleri som altından.
Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin.
Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi
Tanrım! tunç bir kapı kilidi
Bronz bir sokak
Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı
Kimbilir kimin külrengi kalbi
Tanrım!
Neden herkes başka tarafa bakıyor
Neden herkes başka biriydi.
Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan
Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan
Arı kümeleri taşların arasında
Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi
Uçuşuyordu da
Ağır ağır yanıyordu da şehir
Yanmayan kadınlar gördüm
Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından
Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda
Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım.
Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz
Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da
Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka
Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan
Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına
Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda
Bir büyü gösterilirdi
Bir kuyu sezdirilirdi
Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda.
Akşam geri verince bana gözlerimi
Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da
Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini
Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa
Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi
Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin
Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.
 
Edip CANSEVER

1 Ekim 2014 Çarşamba

VASİYET


Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.
Hasan beyin vurdurduğu
            ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
            çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemişim ben
                     daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe'yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...
 
                                                                    1953, 27 Nisan
                                                                    Barviha Sanatoryumu
 

YİNE MEMLEKETİM ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR

 
                         http://www.siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/nazim_hikmet_3.jpg 

Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
                         Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
                        enfarktında yüreğimin,
                 alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...
 
                                                                    Pırağ, 8 Nisan 958

29 Eylül 2014 Pazartesi

YÜZÜNÜ DÖKME KÜÇÜK KIZ



Yüzünü dökme küçük kız
Kızma onlara
Yalnız sen misin bir düşün
Zincir oranda buranda

Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır
Her tutsağın bir kaçışı
Uykunun uyanışı vardır


Yüzünü dökme küçük kız
Yaşamın anlamını bul
Sonra dinle kendini
Yolunu bil

Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır
Her tutsağın bir kaçışı
Uykunun uyanışı vardır

Yüzünü dökme küçük kız
Bırak üzülmeyi
Yalnız sen misin bir düşün
Unutan sevilmeyi

Yüzünü dökme küçük kız
Kızma onlara

Yüzünü dökme küçük kız...

28 Ağustos 2014 Perşembe

DİSTOPYA ve EN İYİ DİSTOPİK ESERLER

 Hastası olduğum bir edebi türdür, ütopya. Ne zamandır üzerine yazmayı düşünüyordum; fakat bir türlü yazamamıştım.
 Yunanca'da "olmayan yer" anlamına gelen distopya sözcüğü, baskıcı bir düzen tarafından insan toplulukların sindirilmesi, geleceğe dair karanlık-kötücül bakış açısı gibi tanımlarla açıklanabilir.
 Daha çok totaliter rejim eleştirilerini anlatarak edebiyatta var olmuştur. Baskıcı devlet yahut otorite aygıtının insan üzerinde kurduğu sınırları zorlayan tahakküm olarak anlatılabilir.Peki bu eserleri anlamak yorumlamak zor mudur ? Tabii ki de cevabı kişiden kişiye değişir; ancak belli bir okuma kültürüne erişildikten sonra okunması, anlaşılması açısından daha faydalı olabilir. (En azından bende öyle oldu.)
 "Anti-ütopya" ve "karşı ütopya" olarak da adlandırılır.
 Kavramı ilk defa J. Stuart Mill kullanmıştır.
Peki en iyi distopyalar listesine göz atarsak karşımıza hangi kitaplar çıkar ?
                                    
 1- 1984-George ORWELL :

Distopyaların baş tacıdır. İnsan hayatı boyunca en az birkaç kez okumalıdır.
Big Brother insanları izlemektedir. Dünya birkaç totaliter devletten ibarettir. düşünce polisleri vardır. Düzenli olarak insanların bellekleri temizlenir.Ama aşk karşı koyar.1984 ile ilgili bu bağlantıda ayrıntıları bulabilirisniz: 1984



2- Biz-Yevgeni Zemyatin:
  İnsanların D-503 gibi numaralarla adlandırıldığı cinselliğin bile devletin denetiminde olduğu rüyaların yok edildiği bir ülkeyi anlatır Zemyatin. 1920 yılında yazılmış; ancak Rusya'da tehlikeli görülmesi sebebiyle yurt dışına kaçırılmış, 1924'te İngilizce basılmış, doğduğu topraklara ise 1988'de dönebilmiştir. Distopyanın atası sayılır, Orwell'ın "1984"ü ve A. Huxley'in "Cesur Yeni Dünya"sını "Biz"i okuduktan sonra yazdıkları söylenir.


 3- Fahrenheıt 451- Ray Bradbury:
451 fahrenheıtta yanar çünkü kağıtlar, kitabın kahramanı itfaiyeci Montag da Bir zamanlar yangın olan evleri söndürürmüş itfaiyeciler, benzeri bir cümle korku toplumunun genlere işlennmişliğini anlatır; çünkü artık itfaiyecilerin görevi kitap yakmaktır. Etkileyici, yalın ve çarpıcıdır. 80 darbesinde Türkiye'de birebir gerçekleştiği için distopya sayılır mı emin değilim ama dünyada bir distopya olarak kabul edilir.


4- Dava- Franz KAFKA:
Bir dava ama ne dava belli ne de suç. Tek belli olan suçlu: Joseph K. Devletin gücünü ve güçlünün egemenliğini, egemenliğin sözde adaletini anlatır bize Kafka, Dava'da.Bir önceki yazımdır, hemen altta. Bağlantı vermeme gerek yok sanırım.

5- Sineklerin Tanrısı- William GOLDING:



 Golding'in yazdığı aslında ilk başta çocuklar için olan sonradan ise genişletilerek bir distopya haline gelen eseri. Nükleer savaştan sonraki bir gelecekte bir grup çocuğun adaya düşmesi ve gitgide şiddetlenen yönetim kavgasını anlatır.

6-Otomatik Portakal- Antonny BURGESS:
 Alex ve genç arkadaş grubu bir suç çetesidir, yakalanır bir gün Alex ve devlet tarafından çılgınca bir rehabilitasyon programına alınır. Daha önce hakkında yazdığım eleştiri: OTOMATİK PORTAKAL

 Bunun dışında başta Aldoux Huxley'in "Cesur Yeni Dünya"sı ve Ursula K. LeGuın'in "Mülksüzler"i gelir. Ardından yine bir sürü eser sıralanabilir; ancak dediğim gibi bunlar beni en çok etkileyenler ve tamamen öznel bir liste. Herkese ütopik yarınlar !!!