18 Haziran 2014 Çarşamba

DÜNYA KUPASI VE YOKSULLUK

  Dünya Kupası biz gibi futbolseverler için tüm dünyada bir festival. Bir ay boyunca sabahlara kadar maçlar izleyip yorumlarımızı yaptığımız keyifli bir dönem. Bu organizasyonun görünen kısmı çok güzel; ancak buz dağının görünmeyen kısmında ise 2014 Dünya Kupası'nın organizasyonunu yapan Brezilya'da protestolar almış başını gidiyor.
 Nedeni mi ?
"Dünya Kupası'na değil; eğitim ve hastanelere ihtiyacımız var"
 Çok basit; insanlar, gösterişli statlar yerine sağlık,eğitim alt yapı yatırımları istiyor. Yani insana yatırım yapılmasını istiyorlar. Cari açığın 77 milyar dolar, asgari ücretin 350 dolar, açlık sınırının ise 1000 doların üzerinde olduğu ülkede "favela" adı verilen yoksul gettolarda milyonlarca Brezilyalı yaşam mücadelesi veriyor, karnını doyurmaya çalışıyor. Daha korkunç olan ise sokak çocuklarının kötü bir görüntü oluşturuyor diye yok edilmesi! Ki eğer doğruysa bu çok sevdiğim organizasyon yapılmasın bir daha. Sponsorlara yer tahsisi nedeniyle binlerce iş yeri sahibinin, iş yerlerinin elinden alındığı, stat inşaatları nedeniyle 250.000 kişinin evsiz kaldığı gibi akılalmaz iddialar var. İnsan haklarının ve sosyal adaletsizliğin had safhada olduğu Brezilya'da bu iddialar bir "acaba"nın çok ötesinde yer ediniyor zihinlerde.
İnsanlar FIFA'ya da tepkili
 Yaklaşık 10 milyar avro gibi bir rakamın telaffuz edildiği organizasyon giderleri gerçekten dudak uçuklatan cinsten. İnsan demeden edemiyor, keşke bu paranın yarısı insanlar için harcansa; ancak politikacılarda muhakkak haklılar kendilerince! Çünkü insana yapılan yatırımın karşılığı anında alınamaz bir kuşak geçmesi gerekir. Mesela eğitimde, kısmen sağlıkta; ancak betona yatırım yaparsanız anında kendisini gösterir ve insanların zihinlerinde de iktidarın çalışkanlığı algısı oluşur. (Herkes de değil tabii kısmen diyelim.) Ancak Brezilya "favela"larında yükselen çığlık bu defa bambaşka olaylar Dünya Kupası protestolarını aşıp daha genel bir toplumsal eylem halini almış durumda. Halkın % 60'ının Dünya Kupası'na karşı olduğunu söylüyor yapılan anketler. Haksız da sayılmazlar en başta 1-3 milyar avro arası telaffuz edilen organizasyon bütçesi 10 miyar avroyu aşmış durumda.
 Dileriz ki her zaman öncelik çocuklarda ve insanda olur tüm dünyada.
Dünya Kupasına tepkileri anlatan en güzel sokak resimlerinden birisi



16 Haziran 2014 Pazartesi

ÖLDÜRMEYELİM RUHUMUZU

 Derindir hayal kırıklıklarımız, acılarımız, her şeyimiz. Bizi yaşıyorsak bizim yaşadığımız her şey en uçtadır ve onu sanki kimse anlamaz. Her insanın yaşadığı acı kendisine büyüktür; çünkü çağımızın bize dayattığı tek gerçeklik bireyciliktir. Daha fazla "ben", daha çok "ben"dir. Artık körleşmiştir duygularımız, hislerimiz; anlayamayız insanları ve yaşadıklarını. Yitirmişizdir "empati" duygumuzu, yerine salt bir gösterişten ibaret, "Ah canım, vah canım!"lı basit bir sempati kalmıştır. O da dostlar alışverişte görsün mahiyetindedir.
 Gitgide mala mülke daha fazla önem veriyorsak bu bizim insanlığımızın yitişinin başlangıcıdır. Herhangi bir meta, tanıyalım-tanımayalım bir insandan önce geliyorsa artık orada duyguların ve benliğin yitimi söz konusudur. İşte bu materyalist, hazcı düşünce bizim içimizde sakladığımızı düşündüğümüz bir durumdur; ancak zamanla tüm bedenimize sonrasında ise ruhumuza sahip çıkarak alır bizi dönüştürür. Neye mi dönüştürür, ben de tam kestiremiyorum; ancak insanlıktan çıkardığı kesin.            
 Hayvanlaş(tır)mak mı geldi aklınıza ?
 Haşa kedinin köpekle, aslanın yıllar sonra kendisine yavruyken bakan kişilerin boynuna sarılmasıyla, bir kuşun avını tüm yavrularına eşit biçimde bölüştürmesyile aklımıza yitip giden insani değerlerimiz geliyorsa daha fazla söze ne gerek var ki...
 Düşünün bir kere insanlığımızı hayvanlardan hatırlıyoruz.Kaybettikçe anlıyoruz maalesef yitip giden değerlerimizi. Tek suçlusu da başka türlüsünün olmadığına inandırıldığımız bir sistem. Mal, mülk ve her şeyin en iyisine sahip olmaya çalışmayla insanlar soluk almadan çalışıyorlar. Daha sonra bir yerde-filmde,reklamda,klipte,resimde- karşılarına insana dinginlik veren deniz kıyısındaki güzel bir ev resmi çıkıyor.(Hoş! bu da bir dayatmadır ya)Sonra insanlar bu sefer tam bir ev, evler, apartman sahibi olmuşken bu seferde o resimdeki eve sahip olmaya çalışıyorlar; neticede oluyorlar; ancak oportunist sistem/zihin devreye giriyor, yazlığı kiraya veriyor, Kendi sahip olduğu mala aslında sahip olamıyor sadece yılın belli bir zamanında gitme hakkı elde ediyor.
 İşte insanlığın durumu çok garip ve çok acınası. İnsanın-bireyin dünyasına atıfta bulunuyorum; yoksa Afrika'daki açlığa yoksulluğa, insanların temiz su bile bulamayışına zaten girmek istemiyorum.
 Yani asıl anlatmak istediğim insanın bedeniyle sahip olmaya ya da olduğu her şey gün geliyor kendisine sahip oluyor. Zaten Nietchze'de boşuna, "Ne kadar az şeye sahip olursan o kadar mutlu olursun."ya da durduk yer de "Yaşasın! Asil yoksulluğum." demiyor. Ki bunu birkaç yüzyıl önce söylemesi ve şu andaki daha vahşi durumu görse neler söyleyebileceğini tahmin bile edemiyorum.
 Maalesef insanların ruhunu ele geçiren bu meta anlayışı onların bir manzara seyretmesine, bir güzel şarkı dinlemesine, ara sıra boşverip eşini, çocuklarını-masraf, gider, gelecek- kaygısından uzak salt sevgi ve huzur bağlamında düşünmesine engel oluyor.Belki de bu yüzden de siradanlığın ve standartlığın dışında olmaya çalıştığım için "YOLUNDA GİTMEYEN ADAM" oluyorum bende.
 Direnmek gerekiyor işte bu zor, sancılı; bedenimizi ve ruhumuzu sömüren bu zamaneliğin karşısında durabilmek için Yunus'un sözlerini yazmamız lazım gözle görünür bir yerlere:
 Mal sahibi, mülk sahibi
 Hani bunun ilk sahibi
 Mal da yalan mülk de yalan 
 Var da biraz sen oyalan. 
Tek kelimeyle, öldürmeyelim ruhumuzu.
Yunus'un dörtlüğünün dışında insanlığımızı hatırlatan bir video:

15 Haziran 2014 Pazar

POTEMKİN ZIRHLISI

 http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/6/61/Bronenosets.jpg
 Sovyet Devriminin, 1905 isyanının 20. yıl dönümü için Odessa'daki aynı isimli zırhlıda çıkan isyandan esinlenilen film. 1923'te Stalin tarafından 27 yaşındaki genç yönetmen Sergey Eisensteın'a 3 ay içinde çektirilen sessiz film.

 Film, zırhlıdaki denizcilere kurtlu et yedirilmeye çalışılmasıyla patlak veren isyanı anlatır. Odessa halkı da bu isyana destek verir ve ayaklanma halk ayaklanmasına dönüşür. Filmin konusu kısaca bu.
  Eisensteın filmde oldukça yoğun bir imgeli anlatım kullanmıştır: Kurtlu etin Rus toplumunu ifade etmesi, brandanın altındaki insanların halkı yansıtması, aslan heykelleri üzerinden halkın uyanışının betimlenmesi, merdiven sahnesinde halkın ayaklar altına alınışı, vb.
 Film bir esinlenmeden yola çıkarak bir ideolojik propaganda filmine dönüşmüştür. Öyle ki tek renkli imge olarak kızıl bayrak kullanılan ve başrol oyuncusu olmadan kömüncü bir anlayışla çekilen bu film için Nazi Propaganda Bakanı Gobbels, "Bu film insanı bolşevik yapar." demiştir.
 Yine Charlıe Chaplın'de "Potemkin Zırhlısı" için dünyanın en iyi filmi demiştir.
 1958' de, 27 ülkeden toplanan 119 sinemacı tarafından sinema tarihinin en iyi filmi seçilmiştir.
 Film, Türkiye'de ilk kez 1967 yılında gösterilmiştir.
"Potemkin Zırhlısı" karmaşık kurgu ve montaj tekniğiyle birlikte çoğu sinemacı tarafından modern sinemanın başlangıcı kabul edilir; ancak sağlam bir rakibi de vardır: 1941 yapımı "Yurttaş Kane"
 Her iki filmi izlemiş birisi olarak tercihim "Potemkin Zırhlısı"
 Filmi sinemaseverler ve sinema tarihçilerine şiddetle tavsiye ediyor, usta yönetmen Sergey Eisensteın'a da saygı duruşunda bulunuyoruz.
Meşhur Odesa merdivenleri sahnesi:

14 Haziran 2014 Cumartesi

ELEŞTİRİ: BÜYÜK BUDAPEŞTE OTELİ


grand_budapest_hotel_horizontal 

 Büyük yönetmen Wes Anderson'dan adı gibi büyük bir film: Büyük Budapeşte Oteli
 İki dünya savaşının arasında bir otelin yöneticisi olan Mösyö Gustave'ın ve otelde bellboy olarak çalışmaya başlayan Zero Mustafa'nın arkadaşlık ve dostluk öyküsü.
 Mösyö Gustave sarışın, yaşlı kadınların tutkunudur. Bunlardan biri olan Madame D. ailesi tarafından öldürülür ve M. Gustave cenazesine gider, sevgilisi Gustave'a "Elmalı Oğlan" isimli paha biçilmez bir tablo bırakmıştır. Aile bunu reddeder, Gustave ve Zero tabloyu çalar, Madame D.'nin ölümü de Gustave'ın üzerine yıkılır ve olaylar bunun üzerinde gelişir.
 Anderson görsel olarak bize tam bir şenlik sunuyor. Zaman zaman öyle sahneler görüyoruz ki sanki kartpostallardan fırlamış, ekranı durdurup seyretmek izliyoruz adeta.
 Çok katmanlı hikayede film ağırlıklı olarak 1932 yılı olmakla birlikte 1968,1985 ve günümüzde geçmekte. Zero Mustafa anlatıyor olayları Büyük Budapeşte Oteli'ne gelen bir yazara. Yalnız esmer Afrikalı Zero'nun yaşlanınca tipik bir beyaz Avrupalı olması da yönetmenin bir taktiği mi yoksa özensizlik mi desek ama Anderson'un, kostum, sahneler, makyaj oyunculuk, açılar gibi  A'dan Z'ye titizlendiği bu filmde özensizlik sözcüğünü kullanmak haksızlık olur.Neyse...
 Film zaman zaman bir polisiye, zaman bir dram, zaman zaman da komedi olarak karşımıza çıkıyor.Gereksiz olmuş dediğimiz bir sahne yok filmde.
 Filmdeki karakterler zaman zaman karikatürize tiplere bürünüyor. Oyuncu kadrosu ise tam bir yıldızlar karması: Jude Law, Owen Wilson, Edward Norton, Ralph Fiennes...
 "Yaman Tilki" filmiyle anlatım tekniğini çok beğendiğim, Wes Anderson bu büyük filmiyle de kalbimde bir Martin Scorsese bir Christopher Nolan seviyesine yükseliyor.
 Berlin Film Festivali'nden ödülle dönen bu kusursuz film her türlü övgüyü ve kesinlikle izlenmeyi hak ediyor.
 Notum: 10/10

2 Haziran 2014 Pazartesi

100

 Baktım da tam 100 paylaşım yapmışım bu blogda. Yapmışım diyorum; çünkü tek başına idare ediyorum bu blogu. Diğer imrenerek takip ettiğim bloglar gibi bir ekip yok maalesef; ama olsun kendi başına çalışıp çabalamak da güzel.
 İlk başlarda günde 1-2 tık zor alırken şimdi belli bir günlük sayıyı yakalamak. Google'da arayınca kendi blogunu bulmak hoş bir duygu.
 Nisan 2012'de başlayan bu yolculukta 25 ayı geride bırakmışım. 100 paylaşım yapmışım yani ayda ortalama 4, yılda 50 paylaşım. Fena değil; ama fazlasını da başarabilirdim sanki. Ancak tek başına ve belli bir kalitede tutunmak, içine sinen paylaşımlar yapmak farklı bir duygu. Ayrıca her paylaşıma da sadece ilgili etiketleri oluşturuyorum ki farklı bir şey arayan insanlar saçmasapan sayfalara gelip de kandırılmış hissi yaşamasınlar; çünkü ben böyle bir durumla karşılaşınca oldukça da kıl oluyorum.Ayrıca farklı ve bilinmeyen olmak da güzel. Yani Facebook ve Twitter'daki kişisel hesaplarımda da bu blogdaki paylaşımlarımı paylaşmıyorum. İnsanlara kendimi açmak zorunda olduğumu düşünmüyorum ya da daha önemlisi kanıtlayacak bir şeyim olmadığını düşünüyorum.
Herhangi bir popülariteye ihtiyaç duymuyorum; tam tersine gözlerden uzak olmak beni mutlu ediyor.
Şarkı, şiir, edebiyat, kitap eleştirisi, sinema ve zaman zaman iç dökmelerimden oluşan bu blogda bundan sonra da paylaşım yapmaya devam edeceğim.
 Dalya deyişimin hatrına kendimi bir şarkıyla tebrik ediyor, güzel paylaşımlarla ve bilgiyle görüşmek üzere diyorum.


Ceylan ERTEM-Son Bakış(Sezen AKSU)


Bir söz bitişi gibi son buldu sevişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep bu terkedişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep bu terkedişler

Bir an duruşu gibi, ömrün gidişi gibi
Veda ederken aşk ateşi gibi söner iç çekişler
Veda ederken aşk ateşi gibi söner iç çekişler

Aman aman yandım aman
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda

Aman aman acı yüzler
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda

Aman aman yandım aman
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda

Aman aman acı yüzler
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda

Bir söz bitişi gibi son buldu sevişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep bu terkedişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep bu terkedişler

Aman aman yandım aman
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda

Aman aman acı yüzler
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda

Aman aman yandım aman
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda

Aman aman acı yüzler
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda

Aman aman yandım aman
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda

Aman aman…