Edebiyat dergiciliğinin iniş çıkışları içinde kelebek güzelliğine sahip
olmakla yetinmeyip yayımladığı derginin ömrünü uzun mu uzun düşünen,
dolayısıyla yaptığı işi daha baştan gerçekten ciddiye alan dergicilerin
sayısı çok değil. Alınan bütün yollara rağmen hâlâ kısıtlı kalan
yayıncılık dünyamızda bir edebiyat dergisinin ömrünü uzun tutmak için
hem içeriği sağlam ve kalıcı tutmak gerekir hem de ona nitelikli bir
biçim vermek. Belli bir periyot içinde sürekli yenisi yayımlanan
derginin her sayısının ilgi çekici olmasını sağlamak, okurun ödediği
paranın karşılığını pırıl pırıl biçimiyle de aldığı bir dergi yapmak.
Peki son zamanlarda nitelikli edebiyat dergilerini bulundukları yerden
ite kaka uzaklaştırmaya başlayıp ortalığı kaplayan tuhaf dergiler
topluluğunun bu anlattıklarımız içindeki yeri nedir? Onlar da edebiyat
dergisinden sayılıyor. Tümü birden her ay neredeyse yüzlerce
edebiyatçı-yazarı konuk ediyor. Popüler olmaya çalışıyorlar ve daha çok
okura ulaşmak için büyük bir yarış içindeler. Birdenbire, pıtrak gibi
nereden çıktı bu dergiler, gerçekten şaşırtıcı.
Yolun başında Ot var. (Ondan önce Öküz ve Hayvan vardı ama onlar ayrı
hikâyeler olarak uzakta kaldı.) Sonra ötekiler ondan çıktı. Ne oldu da
bir dalga suyun üstünde kalanları kıyıya vuruverdi. Öyle görünüyor ki,
siyasetin, popüler kültürün ve paranın bir araya gelerek oluşturduğu
tuhaf bir piyasa oluştu. Bu dergiler arasında siyasal bir çevrenin
sahipliğinde olan da var, kendini kadın dergisi olarak tanımlayan da,
epeyce hırsla öne atılma güdüsü içinde yaşayan da, edebiyatı tuhaf bir
yozlaşmaya uğratan da var da var.
Kapağa Frida Kahlo’nun kült resmini çıkarıp, “Ben aşkın, acının ve
devrimin kadınıyım” başlığını atınca, birçok tavır bir anda verilmiş
oluveriyor. Sonra okuru canevinden yakalayan yazarları, şairleri,
sanatçıları ön ve arka kapaklara yerleştirmek gerekecek. Ve bütün
kapaklarda elli yıl öncenin kara-çizgileri. Bunu ötekiler yapıyorsa sen
de yapacaksın, yoksa yarışta geride kalırsın. İlle de Nâzım Hikmet,
Sabahattin Ali, Sait Faik, Orhan Veli, Edip Cansever, Cemal Süreya,
Turgut Uyar, Oğuz Atay, Tezer Özlü, Neşet Ertaş, Müslüm Gürses, Ahmet
Kaya... âdeta baş döndürüyor. Kafka da olmazsa olmaz, bilen bilir, onun
satışı garantisi hep vardır.
Peki okur, derginin içinde, kapağa çıkarılan yazar ya da şairle ilgili
ne bulacaktır? Bir, belki iki yazı, o kadar. Çünkü vitrindir onlar,
sevenleri hep bulunur. Sonra da her sayfada tanıdık bir ad. Popüler
olmak için zorunludur bu. O yazarlardan da vapurda, otobüste ya da
yürürken çabucak okunan yazılar yazması beklenir. Bu dergilerde
yayımlanan yazıların kalıcı olacağını, yazarlarının o yazıları neden
sonra kitaplarına alacaklarını düşünebiliyor musunuz? Ben sanmıyorum,
bir edebiyat okuru olarak yapmamalarını da beklerim.
Popüler olmanın iki ucu var ve ikisi de berbat değil. Biri
olumlu anlamda yaygınlık kazanmayla anlatılabilir ama öbürü fena.
Sözgelimi bu ülkede en çok satılan roman, Yaşar Kemal’in ölmez eseri
‘İnce Memed I’dir. Belki herkes ‘İnce Memed’in yayıncısı olmak ister ama
varsa yoksa hemen çok satmak. Elif Şafak’ın ‘Aşk’ romanı bir yılda
neredeyse bir milyona yakın satıldı. Büyük iş. Ahmet Altan’ın yeni
romanı da birkaç ayda yüz binden çok satılıverir. Ama kırk yıl sonra da
satılır mı Ahmet Altan’ın o romanı, bunu kimse söyleyemez. Oysa ‘İnce
Memed’ altmış yılda en çok satılan roman oldu ama yüz yıl sonra da
okunmayı sürdüreceğini pekâlâ söyleyebiliriz.
Bu dergilerin yarattığı ortak dil, sözde sokak dilinden geliyor.
Aslında bu dil, lümpen dili. Bu dile de zorunlular. Mizah dergilerinden,
Öküz’den, Ot’tan gelen bir dil bu. Gırgır dergisi zamanında toplumsal
ve siyasal bakımdan büyük bir işlev görürken karikatür sanatını sanat
olmaktan çıkarmıştı. Aslında tipik bir postmodern kültür karşılığıydı
Gırgır. Herkesin yaptığının karikatür olduğu düşüncesi böylece kök
saldı. Bu ‘popüler edebiyat dergileri’ de yazılan her şeyin edebiyat
olduğu anlayışına yer açmaya çalışıyor. Açılan boşluğa koşan sayısız
yazar nasıl olsa var. Popüler olanın temiz ucunu işe yaramaz gördükten
sonra ister istemez sokaktaki insanı en zayıf yerinden yakalamaya
çalışırsın.
“Herkesçe paylaşılmak için üretilen kültür ürünü pornografiktir” diyor
Adorno. ‘Popüler edebiyat dergileri’nin ürettiği her şeyin herkesçe
paylaşılmak bir yana, bir adım daha öne geçerek herkesçe yapılabilir
olduğu düşüncesi de pornografinin aslında nerelerde aranması gerektiğini
gösterebilir.
Peki bu dergiler niçin hep aynı tezgâhtan çıkıyormuşcasına birbirine
benziyor? Aynı kâğıt, aynı baskı kalitesi, aynı kapak anlayışı, aynı iç
sayfa düzeni, aynı başlık ve spot yaklaşımı, aynı renk kullanımı ve aynı
dil. Sayfalardan fışkıran uyumsuz renk cümbüşü. Bu dergilerden birinin
altmış sayfasında kaç renk olduğunu sayabilir misiniz? Yüzlerce. Bu
kitsch tasarım anlayışının belli ki kolaylığı da var, bilgisayarda
yaparken düşünmenize gerek yok. Her yazının altına renkli bir zemin, boş
bulduğunuz alanlara farklı renkler.
Popüler kültür her şeyi birbirine benzetmeye çalışır, bunu amaçlar.
Aynı kulvarda bulunanları ortak olana benzemeye koşullar. Çünkü sürüden
ayrılan atların vurulacağını düşünür, korkar bundan.
Gene de edebiyat dergisinin aynı zamanda bir estetik nesne, dolayısıyla
kapağından içine varıncaya dek nitelikli bir tasarım ürünü olduğu
anlayışını yerleştirmeye çalışan dergicilerin on yıllardan beri
harcadıkları emekle açılan yolun bu kadar hoyratça geriye çevrilmesini
kabul etmek zor.
Peki bu dergilerde yayımlanan metinlerin gerçekten edebiyat metinleri
olduğu söylenebilir mi? Bir ay boyunca sayılamayacak çoklukta öykü
yayımlıyor bu dergiler. İzlenimlerin, duyguların, düşüncelerin, acıların
ve hüzünlerin içten geldiği gibi dışavurulduğu öykülerin yazınsal
ölçütlerle değerlendirilmesi neredeyse olanaksız. Sağanak gibi gelen
ağdalı, süslü sözler yazılanların belirleyici özeliklerinden. Süslü
dilin edebiyat dili olmadığı, bayağılık olduğu demek yeterince
anlatılamadı. Herhangi birinde yayımlanan bütün öyküleri okuyunuz,
aklınızda ne kalıyor, gerçekten bir edebiyat metni okuduğunuzu düşünüyor
musunuz, deneyebilirsiniz.
Geniş bir okur çevresine her ay ulaştıkları düşünülürse, bu dergilerin
edebiyatın bu olduğu yanılsamasına güç verdikleri kuşkusuz. Piyasanın ve
popüler kültürün açtığı yaralardan sonra buna katlanmak epeyce zor.
Amentüleri şu: Okur bu yazılanları seviyor, biz de okuru seviyoruz.
Sürekli nitelikli edebiyat vurgusu yapan elitist edebiyatçıların
karşısına bütün yazanların önünün açıldığı bir demokratizm çıkarılmış
oluyor. Böylece popüler olana büyük değer, hatta misyon. Alkışlanacak
mı?
Oysa aşağı kültürün demokratik sayılması, sonunda kültürün sonsuz
yenilgisine giden bir yanılsamadır. Böylece okur sayısı artacak,
edebiyat yaygınlaşacak sanılır. Oysa 1 liraya kitap satan yayıncıların
ne edebiyata, ne kitap okurluğuna bir liralık katkısı oldu. Kötü olanı
aslının yerine geçirir, arabeske yüksek kültür muamelesi yaparsanız,
nitelikli olana yüz vermeyenlerin sayısını çoğaltırsınız.
Piyasa dergileri coşkuyla yaşanan bir partinin sarhoşluğuna kendilerini
kaptırmış görünüyor. Çırılçıplak soyunmuş, giysilerini aynaların üstüne
atmışlar. Ama onların ortak eğlencesi buradan farklı görünüyor.
İçerdekiler ne yaptıklarının farkında mı değil, yoksa inandıklarının
şehvetini mi yaşıyorlar? Kendi piyasa kültürlerinin yaratıcısı olmaya
başladıklarını düşünüyorlar belki ama o piyasa kültürünün öznesi olmak
hiçbir zaman onlara düşmez.
Niteliksiz olanın, popüler kültürün yelkenlerini şişiren yönü belirsiz
bir rüzgâr esiyor şimdi. Dindiğinde arkada bir enkaz mı kalacak? Gören
görüyor ama oralarda yazanların çoğunluğu görmüyor ki yelkenlere üfleyip
duruyorlar. Ciddi bir kültür sorunu bu.
Radikal Kitap/Semih GÜMÜŞ
http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/edebiyatin-ustune-basip-gec-434257