23 Ocak 2014 Perşembe

HERKESİN BİR GİDENİ VARDIR

Herkesin bir umudu vardır.
Bir savaşı, Bir kaybedişi,
Bir acısı , Bir yalnızlığı,
Bir Hüznü...
Çünkü herkesin bir gideni vardır,
İçinden bir türlü uğurlayamadığı...


                                   Turgut Uyar

TAKSİM TRİO-SENİ KİMLER ALDI




15 Ocak 2014 Çarşamba

OTOBİYOGRAFİ

  15 Ocak 1902 hayata gözlerini açan Türk şiirinin de devrimcisi olan "romantik komünist"imiz Nazım Hikmet'imizin doğum günü kutlu olsun. Ölümnden 2 yıl önce yazdığı "OTOBİYOGRAFİ" isimli şiiri sanırım bugüne en uygun şiir. İyi ki doğdun büyük usta !

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
                                               ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
                                               ben hasretlerin
1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
                                               ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
                                               ben hasretlerin

hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
                                                            verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya

Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

partimden koparmağa yeltendiler beni
                                            sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim

951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın

içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
              ama durup dururken de yalan söyledim

bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
            çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
            camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
            ama kahve falıma baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır
            Türkiye'mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
                                           insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
                             başımdan neler geçer daha
                                                                kim bilir.
                                                            
11 Eylül 1961 / Doğu Berlin.

8 Ocak 2014 Çarşamba

KİMLİK-MİLAN KUNDERA


  Varoluşçu yazarların son temsilcilerinden ve önde gelenlerinden olan Çek asıllı Fransız yazar Milan Kundera'nın ilk Fransızca romanı.
  Roman kısa bölümler halinde yazılmış. Dili akıcı ve anlaşılır. Yazar, çok yaratıcı söz öbekleriyle anlatımı zenginleştirmiş: aşk engizisyonu, düş yönetmeni, olasılıklar ağacı gibi.
  Kahramanlarımız Jean-Marc ve Chantal. Aralarındaki yaş farkı olan çiftimizden Jean-Marc, Chantal'dan yaşça küçük ve Chantal'a gerçek anlamda aşık. Olgun sevgilisi Chantal ise daha önce başından bir evlilik geçmiş, çocuğunu kaybetmiş bir kadın. Haliyle de yaşananlar onu dünyaya karşı daha umursamaz ve sorumsuz yapmış, daha bireyci kılmıştır. Romanı okurken çocuğunun aklına geldiği bölümlerden anlıyoruz ki çocuğu yaşasaymış eğer rutin bir ev hanımı olabilirmiş; ancak yaşadıkları onu "varoluşçu" yapmış oluyor bi yerde ve Chantal'ın bu hallerinin nedenini de öğrenmiş oluyoruz.Bu yönleriyle Chantal bize bir başka varoluşçu yazar Albert Camus'un "Yabancı" romanındaki annesini kaybedip bunu umursamayan kahramanı Merseult'ı andırıyor. Neyse... Çocuğunu kaybettikten sonra eşinden de ayrılıyor ve genç Jean-Marc ile tanışıyor ama bir süre sonra ondan da sıkılmaya başlıyor ve ilişkilerini sorgulamaya başlıyor ve romanımızın ana teması buradan ilerliyor. Sorgulamalar ,güvensizlik, Chantal'ın umursamaz tavırları, romantik ve aşık Jean-Marc'ın acılarıyla ilerliyor roman ve bize yaşamı, kadın-erkek ilişkilerini, modern çağın caniliğini sorgulamak üzere zihnimize soru işaretleri bırakıyor, çok güzel felsefi cümleler eşliğinde.

 "Düşler, aynı yaşamın farklı dönemleri arasında arasında kabul edilemez bir eşitliği dayatır insana, insanın hiç yaşamadığı şeyler arasında eş düzeyli bir eş zamanlılığı dayatır;ayrıcalıklı durumunu yok sayarak şimdiki zamanın varlığını yadsır." (s.12)

 "Attığımız her adımın kontrol edilip kayda geçirildiği, büyük mağazalarda kameraların bizi gözetlediği, insanların geçerken birbirine sürtündüğü, insanın ertesi gün araştırmacılar ve anketçiler tarafından sorguya çekilmeden sevişemediği bu dünyada bir insan nasıl olur da bir insan herkesin gözü önünde kaybolur." (s.10)

"Oysa bugün hepimiz birbirimizin benzeriyiz; işimize karşı gösterdiğimiz ortak ilgisizlik bizi birbirimize bağlıyor. Bu ilgisizlik bir tutku haline geldi.Çağımızın tek büyük, kolektif tutkusu."(s.68)

"... oysa insan bu değişimlerin basit bir aracından başka bir şey değil...bir lokomotifin icadı bir uçak tohumunu içinde taşır, buysa bizi kaçınılmaz olarak kozmik bir füzenin yapımına götürür....Başka bir deyişle bu Tanrı'nın tasarladığı şeyin bir parçasıdır.İnsanlığı tümüyle değiştirip yerine başka bir insanlık koyabilirsiniz, ama bisikletten füzeye doğru giden gelişimin önüne hiçbir biçimde geçemezsiniz.Bu gelişmenin mimarı insan değildir; insan yalnızca bir uygulayıcıdır.Hatta zavallı bir uygulayıcı....Bu anlamı yaratan biz değiliz, Tanrı; bize gelince, dünya üzerindeki görevimiz O'na itaat etmek ve kendi iradesini yerine getirmesini sağlamak." (s.111-112)