3 Ekim 2013 Perşembe

MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN VE HANIMELLERİ

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
                       bahçesinde ebruliii
                                 hanımeli
                                              açan bir ev.

Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
                          hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
                         çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
                   hanımeli
                             açan evin.

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
            yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
           bahçesinde ebruliiii
                     hanımeli
                               açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
                         hanımeli
                                   açan ev..

                                                                Nazım Hikmet
  

2 Ekim 2013 Çarşamba

1984 ÜZERİNE


   George Orwell'ın, 2.Dünya Savaşının hemen arkasından, dünyanın genel olarak içinde bulunduğu karamsarlıkla 1948'de yazdığı, 1949'da yayımlanan, asıl adını "Avrupada'ki Son Adam" olarak tasarlayıp yayıncısının isteğiyle "1984" yaptığı, distopyanın başyapıtlarından olan tüm çağlara seslenen, güncelliğini ve tartışılabilirliğini hiç yitirmeyen kitap.
 “SAVAŞ BARIŞTIR.
ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR.
BİLGİSİZLİK KUVVETTİR.” 

 Kitabın sloganı bu. İnsanların baskı altında yaşadığı, insani değerlerin kaybolduğu, cinselliğin yasaklandığı, düşünce polisinin düşünce suçlulularını yakaladığı, dünyanın ana birkaç devlete ayrıldığı, çift yönlü tv'ler ile insanın sürekli izleme altında olduğu savaş duygusuyla devletlerin ayakta tutulduğu bir korku imparatorluğu.
 Ülke sürekli savaş halindedir; çünkü toplumu zenginleştirmeden üretim ancak savaşla mümkündür. Aksi takdirde üretim sonucu zenginleşen kitle akılcı düşünüp egemen sınıfa karşı gelebilir.Tıpkı Avrupa'nın Coğrafi Keşifler neticesinde zenginleşerek Rönesans'ı ardından da Reform'u başlatması gibi. İşte bu yüzden devletimiz sürekli savaş halindedir. Devletimiz, parti-devlet şeklindedir; döneminde-özellikle 2. Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında-var olan yönetim biçimidir. Almanya- SSCB buna en iyi örneklerdir. Zaten kitapta da salt faşizm ya da Orwell'ı hayal kırıklığına uğratan komünizm değil; totaliter, parti-merkezli devlet ve bireysel özgürlükleri kısıtlayan tüm yönetim biçimlerine uyarlanan bir eleştiri söz konusudur.
Büyük Birader'e-güce-tapınma. 2 dakikalık nefret ayini
Kitapta ilginç kavramlar vardır:
Big Brother: 2000'li yılların başında tv'dan izlediğimiz ülkemizdeki adı "Biri Bizi Gözetliyor" olan Avrupa'daki orijinal ismi ise "Big Brother" olan tv formatının esin kaynağıdır; çünkü kitapta "Big Brother" insanları tele-ekranlar sayesinde sürekli izlemekte ve denetim altında tutmaktadır.
Yenikonuş: Ülkede sürekli güncellenen sözlüktür. Güncelleme ise sürekli sözcüklerin azaltılması şeklindedir ki insanlar daha az kelime kullanıp kendisini daha az ifade edebilsin; beyinleri daha az çalışsın. 
Çiftdüşün: Var olanların tersini düşünmektir bir şekilde. Savaş barıştır, özgürlük köleliktir ya da Sevgi Bakanlığı nefreti körükler.
   Totaliter ülke Okyanusya'nın bir diğer bakanlığı da Doğruluk Bakanlığı'dır ve "çiftdüşün" gereği bu bakanlıkta sürekli olarak tarihi tahrip etmekte, istediği gibi geçmişi değiştirmektedir. 
Kahramanız Winston Smith'de bu bakanlıkta tarihi değiştirmekle görevlidir. Ancak Smith yasaklara uymamış ve Büyük Birader'in tüm baskısına rağmen bilinç geliştirmiştir. 
Ve karşısına aşk çıkar Smith'in. Aşkın adı Julia'dır. Onunla sevişir bir antikacının evinin üst katında ve insan ruhunu derinden yaralayan şu sözler dökülür dudaklarından:
   "Bir zamanlar, erkekler bir kadının bedenine bakar ve çekici bulurlardı, işte o kadar. artık saf aşk ya da tutku söz konusu değil. Hiçbir duygu saf olamıyor, çünkü her şeye korku ve nefret sindi. Kucaklaşmalarımız bir savaş, orgazm ise bir zaferdi. Bu partiye indirilmiş bir darbeydi. sevişmek siyasal bir eylemdi."
  Bu eylemin neticesinde yakalanan Smith, beyin yıkamaya tabii tutulur; ilk başlarda 2+2'nin 4 olduğunda dirense de en sonunda 2+2'nin 5 olduğunu kabul eder ve kaybolur gider Smith. Kazanan yine totalitarizm olmuştur. Kaybedense insan...

   Peki Smith kaybolup giderken bu kitap biz de neler bırakmıştır ?
Ruhumuzda kapkaranlık bulutlar bırakmış, insanın kaybetmesinin doğal olduğu, baskıya ve işkenceye direnemeyeceği bir kez kaybettiyse bugün de kaybedeceği gibi umudun zerresinin olmadığı bir his bırakmıştır bizde.
 Birkez değil birkaç kez okunması zorunlu olan distopya'nın zirve noktası olan bu kapkaranlık başyapıtın kurguladığı karamsar gelecekçilikten bugune neler gelmiştir, Orwell'ın hangi öngörüleri tutmuştur ? 
 Bir kere tele-ekranlar tutmuştur. Bugün yaptığımız herhangi bir şey güvenlik kameralarıyla, yazdığımız herhangi bir şey sosyal medya üzerinden profillerimize ulaşılarak rahatça izlenebilir. Ayrıca ıp adresimizden, e-posta hesabımızdan, beğendiğimiz sayfalardan çok rahat kım olduğumuz ortaya çıkarılabilir. 
Büyük Birader sizi izliyor

 Telefonlarımız kolaylıkla dinlenebilir, yazışmalarımız izlenebilir. 
 Rutin, sıkıcı ve uzun saatlere dayanan çalışma hayatıyla düşünemez hale gelebiliriz Smith gibi.
 Çiftdüşün tekniğinin siyasi hayatımızda klasikleşmesi gerçekleşebilir ki gerçekleşmiştir de.
 Toplum düşünmez, söylenen birçok şeye inanır hale gelebilir belki de gelmiştir...

1984 filmi:
Filmi Mıchael Radford yerine keşke "Otomatik Portakal" kitabına filmiyle sınıf atlatan Stanley Kubrıck çekseymiş. Film kesinlikle kitabın gerisinde; ama kitabı okuyan birisi rahatlıkla ve ilgiyle filmi izleyebilir. (En azından ben de öyle oldu.) Ancak film sadece olayları sırayla anlatmış ve kitaba görsellik katmış; yönetmen ya da senarist tarafından herhangi derinlikli bir sahne yok
 Yine de tavsiye ederim filmi; ancak kitabı okuduktan sonra.

Kitabı ise birkaç kez okumanızı tavsiye ederim...

                             Ütopik yarınlara...