29 Şubat 2016 Pazartesi

Hafızayı Silen İlaç

 Bilim adamları, nihayet insan hafızasını silen ilaç keşfetmişler. Hayır, hayır; İsviçreli olanları değil, bu sefer Fransız bilim adamları yapmışlar bunu. Benim de yıllardır beklediğim ilaçtı doğrusu. Kendilerine sonsuz şükranlarımı sunuyorum öncelikle, ammavelakin kötü anılar kadar iyi anıları da silmesi korkutuyor beni. Nitekim öyleymiş de. Ancak iyi ve kötü anıları bir teraziye koyduğumuz zaman, mutlaka kötü anılar ağır basar. Çünkü en büyük acı, her insanın kendi acısıdır ve de toplum olarak da bayılırız insanlara bunun havasını atmaya. Şöyle uzaklara bakıyormuş gibi yapıp "Ben neler çektim." ya da "Ben ne acılar yaşadım bee !" demeye bayılırız. Çünkü toplum arabeskle yoğrulmuş, damarlarımızda kan yerine çoğu zaman acı gezmiştir. En sevdiğimiz başımızın tacı yaptığımız şarkıcılar bile arabesk/fantezi müzik kategorisindendir. Acıklı olmayan şarkı ve şarkıcıları ise "hafif" buluruz. O yüzden de pop müziğe TRT sunucularının da katkısıyla "Türkçe sözlü 'hafif' Batı müziği" demişiz zannımca.
 Mutluluğa da alışkın değilizdir zaten. Korkarız. Çok gülsek "Ağlamasak bari, başımıza bir şey gelmese." deriz. Çok gülene iyi gözle bakılmaz, hele hele kahkaha ise yer yer ayıplanır.
 Neyse konuyu dağıtmayalım, ilacın çevresinde gezinelim. İyi anılar kesinlikle daha çoktur; ama kıymetiniz bilmeyiz biz o anların. Kötü anılar ise daha acı verici olduğu için daha çok zannederiz. Eğer ki denk bile olsaydı iyi ve kötü anılarımız, kesinlikle intihar etmiş olurduk çoktan. Hem yine bir yerlerde beynin kendini koruma amacıyla kötü anıları zaman geçtikçe uzak belleğe attığını okumuştum. Zaten bu ilaçtan bir korkum da her acı çekenin eczaneye yanaşıp alması ve milletçe zombi olarak dolaşmamız. Allah muhafaza. Ya ergenler. Eyvahlar olsun, her aşk acısı çeken ergen yanaşıp eczaneye bu haptan almaya kalkarsa. Aile hekimine yazdırmaya giderse. Hastaneden çekilmiş serumlu fotoğraflar gibi Facebook, Instagram dolarsa bu hapla çekilmiş ve altına da yazılmış özlü sözlerle. Mesela haplı fotoğraf, altında da bilumum yazım ve noktalama kuralının olmadığı şu yazı:
-Artk kadehlerde yhetmior seni unutmama haplarda teselii arıorum~~*:(   vb.
 Bu ve benzeri durumların üzerinde düşünüp ilacın sosyal etkilerinin araştırılıp ithaline öyle karar verilmesi gerekir. Neyse herkese az acılı, bol gülümsemeli hayatlar... :)

Not: Bu yazı insanları bir nebze güldürmek amacıyla yazılmıştır.   

24 Şubat 2016 Çarşamba

Mükemmel Boşluk

 Sözlerine, müziklerine hayran olduğum Redd grubu, uzun bir aradan sonra yine harika bir albümün yolda olduğunun ipucunu veriyor bize, yayınlanan bu şarkısıyla. Albüm 4 Martta çıkıyor.
  E haliyle blogumun ve mottosunun isim babası olan bu grubun reklamını da yapmam gerekir :)
Redd-Aşk Virüs:


Kimse bu kadar kalbimi yormamıştı.
Kimse dünyayı içimden taşırmamıştı.
Kimse beni alabora etmemişti.
Kimse beni koleksiyonun kötü parçası gibi hissettirmemişti.
Ah senin kadar, oo senin kadar 

Seni hecelere böldüm 
Adına bin defa sövdüm 
Yine de hep ben öldüm 
Kendimi başkalarına gömdüm

Kimse aşkı bir virüse çevirmemişti.
Kimse bu kadar plastik sevişmemişti.
İçine yanıp yapışıp çekip gitmemişti.
Kimse beni şekeri biten sakız gibi tükürmemişti.

Eleştiri: Yalancı Tanıklar Kahvesi




 Anadolu'da bir yerlerde Adliye binasının karşısında yalancı tanıklık yapanlardan almakta Vedat Türkali'nin bu güzel romanı adını.
 70'lerin sonunda adım adım darbeye giden süreci ele almakta yazar. Ağa oğlu Muhsin'in okumaya geldiği Ankara'da yaşadıklarını, dönemin siyasi havasını, aşklarını, cinselliğini ve çaresizliğine tanık oluyoruz ustanın bu romanında.
 Solcu Muhsin, babasına işçinin ve köylünün hakkını gasp ettiği gerekçesiyle karşıdır, kavgalıdır, ama parasını harcamaya devam eder. Sevdiği kadınla arası gelgitlerle doludur. İdealleri ve sevdiği kadın arasındadır. En yakın arkadaşı Salih, Filistin'e kamplara gider. Fide Kitabevinin sahibi, akıl hocası Nedim Hoca ise din ve sol üzerine kafa yormaktadır.
İşte Muhsin bu karmaşık ortamda ve zıtlıkların arasında oradan oraya savrulmaktadır. Kararsızdır, ne yapacağına karar verememektedir. İçine düştüğü durumu sorgulamaktadır; ama bir sonuca varamaz. Sevdiği kadın terk edip gider, yarı yolda bırakır adeta. Zavallı Muhsin onu unutamaz ama o bir evlilik bile yapmıştır hatta. Ya tüm hayatını ortaya koyduğu, uğruna zindanlarda yattığı ideolojisi ?
 Onu da sorgular; Salih başka, Nedim Hoca farklı çözüm önerileri üretir;olmaz. Yeniden okula gitmeyi dener, olmaz. Korkunç bir bocalamanın içerisinde yapayalnızdır Muhsin. Muhsin'in bireysel, ideolojik ve varoluşsal sancılarının arka planında ise dönemin siyasi olaylarını izleriz: Maraş, Çorum olayları başta olmak üzere.
 Dilinin sadeliği ve Türkçeye verdiği önem ise çok hoş hakikaten. Davetli yerine "çağrılı" kelimesini kullanacak kadar olsa da.
 Kitabın sonunda ise yazarın muazzam bir metaforik göndermesine tanık oluruz: Muhsin'in babasının cenazesi ve 12 Eylül darbesi aynı güne denk gelir. Muazzam filmlerin final sahneleri gibi çarpıcı bir göndermedir. Ve son; Muhsin, baba olacağını öğrenir ve  bu da bir nevi göndermedir, her yok oluştan sonra yeni umutların var olabileceğine dair.
 Yazar Vedat Türkali, her daim içinde bulunduğu sol bakıştan yaşadıklarını yazar. Sadece yaşadıklarını yazması kendisine getirilen bir eleştiridir de aynı zamanda. Ancak, bu siyasi-anı romanlarının dili, anlatımı, yalın Türkçesi, diyalogları ve monologları bizi eşsiz bir yolculuğa çıkarır.
"Güven" romanı II. Dünya savaşı'nı, "Bir Gün Tek Başına" 60'ları, "Yalancı Tanıklar Kahvesi" ise 80 öncesini anlatan romanlar. Vedat Türkali romanlarını okumak isteyenlere de tavsiyem, bu sıralama içerisinde okurlarsa daha güzel olacağı yönünde.

Veda

            HARPER LEE ve UMBERTO ECO


 İki büyük yazarı kaybetti edebiyat dünyası geçtiğimiz günlerde:
 1960'ta yazdığı "Bülbülü Öldürmek" ve bundan tam 55 yıl sonra yayımlanan "Tesbih Ağacının Gölgesinde"  romanlarıyla tanınan 89 yaşındaki yazar Harper Lee.

 "Gülün Adı" ve diğer kitaplarıyla tanınan 20. yy'ın önemli yazarı ve fikir adamı,
 Umberto Eco.
İkisinine de bize bıraktıkları ölümsüz eserleri için sonsuz teşekkürler...

14 Şubat 2016 Pazar

Küs

 Dağlara küsüyorum kimsenin haberi yok, susuyorum kendime dair cümlerlerin içinde. Sessizlik büyüyor içimde, susmak ne çare ki. Korkuyorum kendimden değil korkum çığlığımın dağları ürkütmesinden.
 İnsanlara da küsüyorum, beni anlamadıkları için. Cevap vermeye dermanım yok çünkü.
 Hayallerime de küstüm onlarda yok artık. Ya gerçekleşmediler ya da gerçekleşecek kadar yakın değillerdi. Ben bir hayalperest çocuktum.
 İçimdeki çocuk da küskün şimdi. Hiç gülmüyor; ne çocukça şakalar yapıyor ne de çocukça gülüşler saçıyor etrafına. Çocukluk için yaşlanıyor, gençlik içinse çok erken diyor: Araf!
  Hele ki kuşlar uğramaz oldular pencereme. Yoksa onlar mı bana küstü; yok yok ben başımı gökyüzüne çevirip bakmıyorum uzun zamandır.
 Dünya sanki o değil de siyah, simsiyah; ara sıra da kül rengi. Kaotik, Kafkaesk, karmaşık; anlaşılabilir değil. Ancak uzun uykular kurtarıyor beni.
  Ne bu dünyayı anlayabiliyorum ne de bu dünya beni anlıyor. Biz iki ayrı dünyayız sanki: dünya ve ben. Zihnim yorgun, düşüncelerim savruk. Boşluk derin, benlik yitik.
 Velhasıl kelam bir derin boşluk,
 Velhasıl kelam bir küskünlük,

13 Şubat 2016 Cumartesi

Övgü: İftarlık Gazoz

 
 Türk sinemasında-hiç abartmadan söylüyorum-3. uzun metraj filmiyle "Yüksel Aksu sineması"ndan bahsedebiliriz artık. "Dondurmam Gaymak" (2006) ile Türkiye'nin Oscar adaylığını yapan 2011'deki "Entelköy Efeköy'e Karşı" filmi ile de  çevrecilik sorunlarını ve çıkar ilişkilerini ele alan Muğlalı yönetmen 2016 yapımı "İftarlık Gazoz" ile bize bambaşka bir Ege hikayesi daha sunuyor.
  70'lerin Türkiye'sindeki Adem(Berat E. Çağlar) ilkokulu başarıyla bitirmiş yaz tatilinde de gazozcu Cibar Kemal(Cem Yılmaz)in çırağı olmuştur. Yaz tatiliyle Ramazan ayı da birleşince bir de Adem sınıftan arkadaşı-aşık olduğu kızın-oruç tuttuğunu öğrenince oruç tutmak ister ve zor bir sınav verir bu uzun Ramazan günlerinde. Deniz'in kenarında yaşlı teyzenin zorla bir şeyler yedirmeye çalışması sahnesi de müthiş.
  O yıllarda Ege'de yaygın biçimde yapılan tütüncülük-ki o tütün toplama sahnesi müthiştir- dönemin siyasi ilişkileri, gitgide artan kamplaşma, sosyo-ekonomik yapı, emek mücadelesi kendisi de sosyalizme gönül vermiş yönetmen tarafından oldukça başarılı biçimde anlatılmakta.
 Yüksel Aksu'nun her filminde zaten sol bakış açısını komedi diliyle anlattığını görüyoruz.
 Filmin bizi hep güldürmesini beklerken ağanın oğlu solcu Hasan(Yılmaz Bayraktar)ın tütün tarlasında vurulmasıyla-fondaki Cemalım türküsü de Erkin Koray'ın sesinden sahneyle müthiş bir uyum göstermiştir- bizi birden hüzünlere gark eder yönetmen. Yetmez, açılışta gösterdiği açlık grevi sahnesine 80'li yıllara gider ve Adem'in devrimci mücadelesine tanık oluruz. Açlık grevin de yaşamını kaybeden Adem'in  cenazesinin uğurlanışı ve mezarlıktaki defin sahnesiyle bizi yıkarken sevdiği kıza verdiği gazoz kapaklarının mezarlığa bırakılmasıyla artık yanaklarımızdan yaşlar süzülür.
 Filmde herkes Cem Yılmaz'ın  oyunculuğunu övmesine rağmen Muğla ağzını tam olarak yapamadığı için ben pek ısınamadım açıkçası. Benim oyunculuğunu en beğendiğim kişi Adem'in annesi Gülizar rolündeki Ümmü Putgül.
 Dondurmam Gaymak'ta tamamen Muğlalı oyunculardan oluşan kadrodan sonra bu filmde de yine Muğlalı oyunculardan vazgeçmiyor yönetmen. Yerel birçok ismin dışında profesyonel oyunculardan da yararlanıyor. Gülizar rolündeki Ümmü Putgül Bodrumlu, Adem'in babası Yörük Osman rolündeki Osman Avcı'da Fethiyeli.
 Yüksel Aksu sanki yönetmenlik yapmıyor, eline bir kamera verilmiş ve sanatsal açıdan bize çocukluğunu anlatıyor. Politik mesajların sadece dramla değil, komedi ile de anlatılabileceğini söylüyor. Acıların bu ülkede sadece doğuda ya da kırsalda değil şirinlği ile meşhur bir Ege kasabasında da geçebileceğini anlatıyor.
 Her filmde sinema dilini adeta katlayan, yönetmen Yusuf Kurçenli'nin çırağı-ki filmi ona ithaf etmiştir- hem eğitimli hem halkın dilinden anlayan, içinden gelen Muğla'nın gururu ve hemşehrim, goca Molalı Yüksel Aksu'ya sinema yolculuğunda sonsuz başarılar diliyorum.

11 Şubat 2016 Perşembe

Kurşuni Renkler

 Ne zaman ölüm aklıma gelse bu şarkıyı açarım. Aklımda ölüme dair en küçük bir kırıntı olmasa bile bu şarkı ağır gelir. Ruhumdaki arabesk acılardan ziyade yaşamak bu şarkıdan sonra  ağır gelir bana. Zaten şarkının sözleri de esrarı da bundandır. Sezen Aksu'nun sözlerini yazdığı Onno Tunç'un bestelediği bu şarkı 85 yılına ait. Ancak ilk olarak biz onu 97 yılında Göksel'in "Yollar" albümünde dinledik. Sezen Aksu ise yaklaşık 25 yıl sonra 2009'daki "Yürüyorum Düş Bahçelerinde" albümüne aldı. Durduk yerde zaten dinlemem, dinleyemem bugün de bu yazıyı paylaşmak ve dinlemek için sadece bir kez dinledim. Zaten sözler yaşama sevinciniz zirvedeyken bile sizi alıp bir anda yerle bir edebilir.Sanırım yeterlidir:
Ve güneş aynaya baktığımda çizgilerden
Yeni bir yüz gösterecek üzülerek biraz
Sezen Aksu mu, Göksel mi derseniz ise cevabım kesinlikle Gökseldir; ancak 85 yılındaki piyano başındaki Onno Tunç'lu video da nostaljik kaydı ve sesiyle güzeldir vesselam.
Göksel'den Kurşuni Renkler:

Sezen Aksu'dan Kurşuni Renkler:
Bir sabah saçlarımı okşayıp da rüzgar
İzlerini sürüp de gidecek beyaz beyaz
Ve güneş aynaya baktığımda çizgilerden
Yeni bir yüz gösterecek üzülerek biraz
Yok olmaz erken daha
Biraz geç kalın ne olur
Hiç hazır değilim henüz
Ne olur baharlarımı bırakın bir süre daha
Tanıdık değil bana güz
Yok olmaz dur
Dur gidemezsin
Gözlerimin rengi dur
Bulutlara dönemezsin
Yok alamazsın
Beni deli zaman
Ömrüme o kurşuni renkleri süremezsin
O gün başka renkte ağaracak biliyorum
Ve zorla değil ya o rengi hiç sevmiyorum
Ne olur sanki biraz daha zaman verseniz
Yıllar öfkenizi hiç mi hiç anlamıyorum