16 Ağustos 2013 Cuma

Ahmed Arif şiirlerini Leyla Erbil'e yazmış

Edebiyat dünyamızda günün haberi:

Türk edebiyatında en çok baskısı yapılan ve bir kült halinde dizeleri dilden dile dolaşan Ahmed Arif’in 'Hasretinden Prangalar Eskittim' kitabındaki şiirlerin önemli bir bölümünün geçtiğimiz ay kaybettiğimiz ünlü yazar Leyla Erbil’e yazıldığı ortaya çıktı.


“Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır/ Üşüyorum, kapama gözlerini...” diye yazmıştı Ahmed Arif tek kitabına da adını veren ünlü şiiri ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’in son dizelerinde. O gözler geçtiğimiz temmuz ayının 19’unda kapandı. Yalnızca bu şiire değil kitapta yer alan pek çok dizeye ilham veren o gözlerin sahibi ise ünlü yazar Leyla Erbil’di. Edebiyat tarihimizin bu büyük sırrı Ahmed Arif’in Erbil’e yazdığı mektuplarla ortaya çıktı. 1954-1957 ve en son 1977’de olmak üzere 60’ın üzerinde mektup göndermiş Ahmed Arif. Pek çok şiirin ilk dizelerinin ve büyük bir aşkın kaleme alındığı o mektuplar bu ayın sonunda Ruken Kızıler editörlüğünde Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından kitap olarak yayımlanacak.
Ahmed Arif’in ‘Leylim’ diye hitap ettiği ve bir şiirine de adını verdiği Leyla Erbil son romanı ‘Tuhaf Bir Erkek’i bitirdikten sonra mektupları yayımlamaya karar vermiş. Ahmed Arif’in oğlu Filinta Önal’ın da onayı alındıktan sonra çalışmalara başlanmış. Ancak ne yazık ki Erbil kitabını göremedi.



KİTAPTAN

15 Mayıs 1954
Ankara
Leylâ, Canım,
Kayb, berbat ve sessizim... Sessiz ve dolu: Allahtan ki sen varsın. Yoksa halim korkunçtu.
Burası bir köy! Yakınlarımın bütün ısrar ve gayretine rağmen, hemen anneme gideceğim. Pazartesiye trendeyim. Eve gidince senin mektubunu bulmalıyım. Anneme ilk sorum o olacak zaten.
Sen nasılsın ömrüm? Son telefonda canını sıktım mı? Ben artık annenden korkmuyorum. Aksine onu, kendi annemmiş gibi seviyorum. Buna ne dersin?
Hınca hınç mısra doluyum. Kara ve yeşil fon, hepsinde hâkim. Biraz kendime geleyim, mendillerine, bluzlarına, yastığına mısralar serpeyim. Ha?
Fotoğrafındaki “halbuki...”yi hâlâ anlayabilmiş değilim. Anlatır mısın?
Bütün bunlar, beyhude biliyorum. Şaheser olan, benim uçakla oraya gelebilmemdir. Allah kahretsin, bu hastalık, bu rezaletler ve bu aile mecburiyetleri... Ne yapsam?
Gözlerinden öperim canım. En çok da burnundan. Gülme, ciddi söylüyorum.
Yarı parçan

                                                                                          15 Ağustos 2013
kaynak: cumhuriyet.com

OTOMATİK PORTAKAL ÜZERİNE

  Kuşkusuz ki Antony Burgess kitabı yazarken Stanley Kubrick de bu harikulade romana harikulade bir film çekerken "Otomatik Portakal"ın kült bir eser olup yıllarca çok okunup çok izleneceğini düşünmemişlerdi.

    Kitap:
   14 yaşındaki kahramanımız Alex; yakın gelecekte bir zamanda , toplumun çürüdüğü, annenin ve babanın sadece anne ve baba unvanına sahip olduğu için içindeki ilkel benliği ile birlikte şiddet ve suç kültürüne kanalize olup yanındaki 3 arkadaşıyla beraber yaşadıkları şehri inim inim inlettiği, gençliğin verdiği o çılgın enerjiyle süt barında kafayı bulup dehşet saçtığı bir ortamda geçmektedir kitap. Sokaktaki yaşlıları, evsizleri dövüp diğer çetelerle savaşmaktadırlar; ancak bunlar Alex ve arkadaşlarını kesmediği için artık daha büyük işler yapmalıdırlar. Zengin bunak "kedili kadın"ın evini soymaya gidip zengin kadını öldürünce bir de yanındaki arakadaşları bile kendisinden nefret ettiği için arkadaşları tarafından ihanete uğrayan, nefret edilen Alex' in hayatı bu noktada değişir ve 1. bölüm burada sona erer.
Alex hapse atılır, yeni İçişleri Bakanının mahkumları ıslah etme projesine seçilir. Pavlov'un köpeği misali suç karşısında koşullandırılır Alex. Kendisine suç unsuru-şiddet,tecavüz,ırkçılık-içeren videolar izletilir hem de en sevdiği klasik müzikle birlikte. Ve bu tedavinin sonucunda Alex bir masum vatandaş olur. Ancak olmaz beyni yıkanan Alex dikiş tutturamaz şiddet görür dayanamaz hastanelere düşer: İçişleri bakanı tarafından şefkat görür kameralar önünde ve Alex başta nasılsa sonda da öyledir; ama bambaşka bir insan olarak.
  Kitap da Burgess deneysel bir dil kullanmış; olayları olduğu gibi aktarmış mekan ve kişi tasvirlerine yer vermemiştir.
  Burgess'in temel amacı devlet-insan, suç-ceza ilişkilerinde devletin hegemonyası, insanın sahip olduğunu sandığı; ama aslında devletin verdiği sınırlı özgürlüğü sorgulamaktır.

   Film: 
    Stanley Kubrick'in en ince işçiliği diyebileceğimiz "Otomatik Portakal" filmi dönemin İngiltere'sinde aylarca kapalı gişe oynamış en sonunda toplumun ayaklanmasından korkularak dönemin yönetimi tarafından taaa ki 90' lı yıllara kadar yasaklanmıştır.Filmin Türkiye' deki gösterim tarihi de 1995'tir.
   Filmde romandakinin tersine mekan tasvirlerine çok önem verilmiş, 2013 gözünden bu 1971 yapımı film izlendiğinde kostümler ve mekanlar hala normal olamamış ki gözümüzde post-modernizm algısını yaratmaya halen devam etmektedir.Deney sürecinde Alex'in gözlerinin zorla açık tutularak izletilen şiddet sahneleri hem Alex'e hem de seyirciye uygulanmış ağır zihinsel şiddet sahneleridir. Yer yer hızlandırılmış ve yavaşalatılmış sahneleri de filme güzellik katmaktadır.
Zaten yapılmış en iyi filmlerden birisi olan "Otomatik Portakal" üzerine çok fazla bi'şey söylemeye de hakkımız yok sanırım.
Fragman:

  
   Peki neden bu kitabı okumalı, bu filmi izlemeliyiz ?

Önemli bir distopik eser olan "Otomatik Portakal" yakın gelecekte totaliter rejimlerin insan üzerinde kurabileceği baskıyı sınırı olmadan anlatan bir eser. Distopya'nın "ata"sı sayılan Yevgeni Zemyatin'in "Biz"ine selam çakarak hapishaneden itibaren Alex'in isminin 665321 olması, ilk bölümde Alex'ten nefret ederken 2. bölümde canınızın acıyor hale gelmesi, bir anti-kahraman filmi izlemek isteyenlere hitap etmesi, insanın kendi özgürlüğünü sorguluyor olması, Alex'in hastaneden çıktıktan sonra eve geldiğinde anne ve babasının eve kiracı olarak kendisinin "iyi huylu"sunu almasıyla bir nevi Jack-Tyler türevi bi ilişkiyle 70'li yılların "Dövüş Kulübü" olması sebebiyle, insanı rahatsız etmesiyle, Pavlov'un köpeğine uyguladığı "klasik koşullanma" deneylerinin en vahşicesinin insana uygulanmasıyla, uyguladığı şiddetin sonra kendisine uygulanmasıyla şiddetin toplumsal olduğunu anlatmasıyla, Alex'in hapishaneye kabul edilişindeki memurların abartılı davranışlarıyla devlet bürokrasisine yapılan eleştirisiyle, kitap ve filmin güzel uyumuyla sonuna kadar okunması gereken bir kitap, göz kırpmadan izlenmesi gereken bir filmdir.