20 Ekim 2014 Pazartesi

KİMSE BİLMEZ- MEHMET GÜRELİ


Seher yeli eser yirtar etegini gülün
Güle baktikca cirpinir yüreği bülbülün
Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler 
Kopup dallarindan toprak olmadalar her gün

Bu yildizli gökler ne zaman basladi dönmeye
Ne zaman yikilip gidecek bu güzelim kubbe
Aklin yollariyla ölçüp biçemezsin bunu sen
Mantiklarin, kiyaslarin sökmez senin bu işte"
 

Bulut gecti, gözyaşlari kaldi cimende
Gül rengi şarap içilmez mi boyle günde?
Bugün bu çimen bizim, yarin kim bilir kim
Gezecek, bizim toprağin yeşilliğince
 (Mehmet GÜRELİ, bu şarkıyı Ömer HAYYAM'ın üç farklı rübaisinden  alıntı yaparak bestelemiştir.)

18 Ekim 2014 Cumartesi

ALGI

 İtalyan yönetmen Leonardo Dalessandri'nin Türkiye seyahatindeki görüntülerinden oluşan bu video yaklaşık bir hafta on gündür sosyal medyada yer almakta.
 Video, biçimsel olarak oldukça başarılı. Kurgusu çok başarılı. Müzik oldukça etkileyici.
 İçeriğe gelirsek görüntüler maalesef çok kısıtlı. Sürekli olarak tekrarlanan balon görüntüleri, Kapadokya ve Pamukkale gibi turistik birkaç merkezin fotoğrafı, sokak sanatçıları ve camiilerimizden görüntülerle oluşmakta. İnsanlar oldukça esmer. Bir kalabalık ve keşmekeş havası var videoda. Ege ve Karadenizden herhangi bir görüntü yok.
 Yani bakış açısı yine oldukça oryantalist. Batılıların bize hep baktığı gibi. Onların gözünde halen Binbir Gece Masalları'ndaki uçan halıya binen, yılan oynatan esmer kavruk Ortadoğulularız. Bunu değiştirmemiz de çok zor. Aslında tarihsel kökeni çok eski olan, çok geniş bir alana yayılmış Türk kültürünü biraz araştırsalar, salt arabesk kültüre haiz olmadığımızı geniş ve kaynaşmış, hatta farklı kültürleri etkilediğimizi/etkilendiğimizi öğrenseler kültürümüzün sadece arabesk yanına değil; tamamına baksalar eminim yüzyıllardır süregelen Türk algısını belki bir nebze değiştirebiliriz.

ÖLÜ SİRENLER



Gerçekte duymadığım sesler bitti
Öğleye doğru bir gökgürültüsü yalnız
Karıştırdı ortalığı bir süre
Gök akıttı bir parça yağmurunu
Ve deniz kuşları umutsuz
Arıyorken kokularını gölgelerinde
Sıyırdı bir iki bulutu güneş de
Yığılıp kaldı yorgun
Denizin gözbebekleri üstünde.
Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı
Gökgürültüsünü de barındıran içinde
Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden
Tiz bir çıngırağı andıran
Benzeyen zil sesine de
Daha önce unutmuşum gibi denizde
Yankılanıp durdu ara vermeden.
Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk
İki tek ağustosu çarpıştıran
Sızdıran kanını bu yaz gününe
Yaşayan bir mutluluk? Ve işte
kaç yerinden kesilmiş ki ellerim
Bekletip durdu  da acısını bunca yıl
Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme.
Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda
Bilmekti yazgısını ölümünü, gene de
Yıllarca beklemişti kendini
Yeşimden sapı olan bir kılıçla
Bense ne içimi yakan rüzgarı
Ne denizdeki yangını, ne gökgürültüsünü
Duymuş gibi olduğum sesleri de değil
Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca
Bir çürük dişle alnımdaki
İki üç kırışığı yedeğine takmış da.
Özledim ilkelliğimi dalgalarında
Buldum savaşı bitmez derinliklerini
karıştırdıkça bir kargının ucuyla
Gördüm, bekliyordu kendini de o da
Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi
O turuncu ruh, değişken
İzledim onda ilk oluşumu sanki
Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden.
İşledim payıma düşen her görüntüyü
Kamaştı gözlerim kıyıya varınca
Rüzgarın itişiyle kumlarda
Durmadan yer değiştiren
Sayısız siren iskeleti
Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında
Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu
Tarihin onlara bağışladığı
Bu garip raslantıdan
Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi
Kemikleri som altından.
Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin.
Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi
Tanrım! tunç bir kapı kilidi
Bronz bir sokak
Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı
Kimbilir kimin külrengi kalbi
Tanrım!
Neden herkes başka tarafa bakıyor
Neden herkes başka biriydi.
Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan
Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan
Arı kümeleri taşların arasında
Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi
Uçuşuyordu da
Ağır ağır yanıyordu da şehir
Yanmayan kadınlar gördüm
Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından
Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda
Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım.
Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz
Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da
Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka
Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan
Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına
Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda
Bir büyü gösterilirdi
Bir kuyu sezdirilirdi
Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda.
Akşam geri verince bana gözlerimi
Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da
Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini
Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa
Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi
Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin
Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.
 
Edip CANSEVER

1 Ekim 2014 Çarşamba

VASİYET


Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.
Hasan beyin vurdurduğu
            ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
            çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemişim ben
                     daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe'yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...
 
                                                                    1953, 27 Nisan
                                                                    Barviha Sanatoryumu
 

YİNE MEMLEKETİM ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR

 
                         http://www.siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/nazim_hikmet_3.jpg 

Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
                         Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
                        enfarktında yüreğimin,
                 alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...
 
                                                                    Pırağ, 8 Nisan 958