28 Haziran 2015 Pazar

kariyer-meslek-indigodergisi 

                       Kariyerizm, modern çağın putudur.

6 Haziran 2015 Cumartesi

Kendin Ol !

 Çok uzun yıllar önce ilkokul 5'i bitirdiğim yaz, dedemle birlikte sık sık yaptığımız yolculuklardan birindeydik. Genellikle küçük otobüslerle yaptığımız, 3 saatlik bu yolculuklarda işçi emeklisi dedem, tek bilet alır; ben de onun kucağında seyahat ederdim. Otobüste boşluk varsa o boş koltuklara geçer yolculukları da bu şekilde tamamlardım. Ege de olduğumuz için yaz aylarında birbirinden ilginç-hippisinden, en ailesine-turistlerle karşılaşır, ya da volkmen dinleyen yerli turistlerden, köyden devlet dairesindeki bir işine giden amcalara rastlardık. Ufak tefek, sevimli ve biraz da geveze olduğum için kolaylıkla insanlarla ilişki kurardım.
 İşte, yine bir yaz günü bu sevimli yolculuklardan birini yaparken-zıpladığım boş bir koltukta- duraklardan birisinde 20'li yaşlarında kısa saçlı, esmer tenli bir abi bindi. Ben koridor tarafında oturduğum için o cam kenarına geçti ve aynı filmlerdeki gibi başını cama dayayıp etrafı seyrderek yolculuk yapmaya başladı. Bir süre sonra benimle konuşmaya başladı. Okulumu, adımı, sınıfımı, ne olmak istediğimi sordu. Ondan sonra anlatmaya başladı. Açık cezaevinde mahkummuş. Annesi rahatsız olduğu için izin almış, İstanbul'a gidiyormuş. Gasptan dolayı ceza almış. Tam hatırlamıyorum ama 7 ya da 8 yıl ceza almış. Daha 5, 6 yıl cezası varmış. Mahkum olduğunu öğrendiğimde önce korkmuştum biraz, hatta çocuk aklımla beni kaçırır mı, diye de düşünmüştüm. Ama sonra alışmıştım ve bana hayatımda duymadığım öğütler vermişti. Kendimi kanıtlamak amacıyla bunu yaptım, paraya da çok ihtiyacım yoktu, pişmanım, demişti. Şaşkınlıkla onu dinliyordum, geçen uzun yılların ardından ismini dahi bilmediğim o abinin üstüne basa basa söylediği o cümle kaldı aklımda hep:
"Asla ama asla kendini kanıtlamak için hiçbir şey yapma, hep kendin ol !"
 Bu söz o günden sonra hep aklımda kaldı ve soyut düşünme becerisini kazandığım sonraki yıllarda hep rehberim oldu, hayat yolunda.
 Dilerim, o güzel abimde cezasını yatıp çıktıktan sonra kendisine güzel bir yaşam kurmuştur. 

4 Haziran 2015 Perşembe

ELEŞTİRİ: UYANDIĞINDA

 Distopya tutkunu bir insan olarak daha önce en beğendiğim distopya kitaplarını yazmıştım. Yeni eserler buldukça da yazmaya devam ediyorum. Sıradaki kitabımız Amerikan edebiyatından.
http://www.birazoku.com/wp-content/uploads/2012/09/uyandiginda-hillary-jordan.jpg Yazar Hillary Jordan'ın ikinci romanı olan "Uyandığında" Türkçede 2012 yılndan beri YKY etiketiyle satılmakta. 
 Yakın gelecekte bir din imparatorluğuna dönüşen Amerika'da suçlular işledikleri suçlara göre derilerine enjekte edilen serumla renk değiştirmektedir. Toplumdaki suçlular; sarı, yeşil, kırmızı deri renkleriyle gettolarda yaşamaktadırlar. Kürtaj büyük bir suçtur, kahramanımız Hannah Payne'de kürtaj suçu işlemiş ve kırmızı renkte 16 yıl boyunca yaşamaya mahkum edilmiştir, 1 aylık hücre cezasının ardından. Yaşadığı zorlukların ardından bir yol hikayesiyle, Kanada'ya doğal rengine dönmek için yolculuğa çıkar. 
 Öncelikle Teksas'ın seçilmesi yazar tarafından bilinçli yapılmış. Teksas, bildiğimiz- tv'lerden gördüğümüz-kadarıyla Amerika'nın en muhafazakar eyaleti. Bir de renk değişimi, Amerika'da siyahlara uygulanan baskı yıllarına atıfta bulunuyor. 
 Hannah, çoğu distopyadaki gibi erk tarafından pasifleştirilmiş, otoriteye karşı herhangi bir isyanı olmayan , salt bireyci bir kurtuluş peşindedir ve ne yazık ki bize herhangi bir umut ışığı yakmıyor. 
 Peki, karakter çok baskın değilse ayrıntılı totalitarizm betimlemeleri görmek istediğimizde de maalesef ki yazar yine bizi doyuramıyor. Erk/otorite- birey ilişkisine ilişkisine ilişkin pek fazla bir yorum da göremiyoruz. Ki bir distopyada benim en fazla ilgimi çeken kısımlardır. 
 Yakın gelecek olup biraz belirsiz bir atmosferdeyiz. Yakın geleceği de yazar bize elektrikli arabalar üzerinden iletmekte. Vogue dergisi- ne ilgisi varsa- hala yaşamakta. 
 Distopyamız, bir yerden sonra ise kahramanımız Hannah Payne'nin kaçış hikayesine dönüşmekte ve adeta macera romanı havası vermekte.
 Yazar, böyle ağır ve yazması zor bir türde maalesef bu romanıyla benim gözümde sınıfı geçemedi.

1 Haziran 2015 Pazartesi

Türk’ün Türk’e Düşmanlığı

 
"Soner Yalçın severek okuduğum yazarlardan birisidir; bu yazısını da yayımlandığı tarih olan 16 Ocakta okumuştum, ancak 'Son Umut' filmini izleme şansım olmamıştı. Filmi geçtiğimiz günlerde izledim ve Soner Yalçın'ın bu yazısı aklıma geldi. Filmi izlemenizi ben de tavsiye ediyorum; çünkü ilk defa Hollywood bizden yana bir film yapıyor."
Adı, Russell Crowe…
7 Nisan 1964 Wellington, Yeni Zelanda doğumlu.
“Gladyatör” filmiyle Oscar aldı. Altın Küre ve Bafta ödüllerini de kazandı.
Tanıyorsunuz; dünyaca tanınmış bir aktör…
İlk yönetmenlik denemesinde bizden bir hikaye anlattı: Son Umut…
Filminde; aynı zamanda başrol oynadı; Çanakkale Savaşı’nda kaybolan üç oğlunu aramak için Anadolu‘ya gelen Yeni Zelandalı çiftçi bir babanın hikayesini konu etti.
Filme gittim. Şaşırdım…
Russell Crowe gibi bir dünya yıldızı, ülkesinin hikayesini anlatırken bizim Kurtuluş Savaşı’mızla ilgili şu tespitlerde bulunuyordu:
- İngilizler işgalcidir.
– Yunanlılar katliamcıdır.
– Mustafa Kemal Türkiye’nin geleceğidir.
Kuvayı Milliye’ye katılmak için Ankara’ya giden Binbaşı Hasan’ın (Yılmaz Erdoğan) gözlerindeki ateş ile sözlerindeki umut yanaklarımı ıslattı.
Belki ben görmemişimdir, bilemiyorum; ilk kez bir yabancı filmde bizim insanlarımız iyi-güzel-haklı gösteriliyordu.
Bir haftadır film üzerine düşünüyorum.
İstedim ki filmle ilgili bir değerlendirme yazısı okuyayım. Yok. Bulamadım.
Filmden önce neler neler yazılmıştı; tabii çoğu magazin olan.
Film vizyona girdi; medyadan ses kesildi.
Anladım; Russell Crowe büyük hata yapmıştı; Türkleri aşağılasa idi, medyada ne çok haber olurdu. Hayır, dış basını değil bizim medyadan bahsediyorum.
Hiç yazılmadı değil; “Son Umut”un gişesinin kötü olduğu, Avustralya’da bile seyredilmediği gibi yalan haberler yaptılar!
Fatih Akın’ın, Türkleri “Ermeni soykırımcısı” olarak gösterdiği “Kesik” filmiyle ilgili yazıları bizim medyada (ki kimi gazetelerde manşet bile oldu) okudukça şunu sordum; “Türkler, neden Türklere bu derece düşman!”
Bunun üzerine gitmek zorundayız. Örneğin…
İşte İlyas Salman’ın büyük başarısı…
87. Oscar Ödülleri’nde, “En İyi Yabancı Film” dalında yarışacak 9 film arasına giren “Mısır Adası” filminin başrol oyuncusu.
Bu başarısı nedeniyle İlyas Salman’ı kaç gazetede ve TV’de gördünüz?
Göremezsiniz… Çünkü; o bu ülkenin sanatçısı olmakta, düşüncelerini açıklamakta inat eden, bu topraklara bağlı bir devrimci. Türkleri aşağılamıyor itibarıyla, medyada yeri yoktur!..
Medyanın bu halini salt siyasetle açıklamak kolaycılık olur.
En iyisi bir uzmana danışmak…
 http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/soner-yalcin/kahrolsun-turkler-711816/